19 Temmuz 2010 Pazartesi

Aykut Kocaman'ın gelişi devrim midir?


Aziz Yıldırım'ın önce 19 Mayıs'taki basın toplantısında, sonra da 27 Mayıs'taki Düzce tesisleri temel atma töreninde Fenerbahçe futbol takımının geçen sene başarılı olduğunu söylemesinin üzerinden çok fazla zaman geçmedi. Ancak takımın teknik kadrosu kısa sürede tamamen değişti. Başkan iki açıklamasında da "bence" ifadesini ısrarla kullanıyor. Akabinde Haziran ayının ilk yarısında ne olduysa oluyor. İstanbul'a çağrılan Christoph Daum'un yönetimle yaptığı toplantının ardından "sözleşmeyle belirlenmiş çerçevede" görevini sürdüreceğinin açıklanması; basın açıklamasının detaylarına bakınca bunun bir inatlaşmadan ibaret olduğunun anlaşılması, Alman hocayla uzun pazarlıklar sonucu yolların ayrılması, Aykut Kocaman'ın sahaya inmesi ve son olarak yönetimin Daum'un başarısızlığının kamuoyu tarafından onaylandığını iddia ederek kendisini haklı çıkarması geride kalan iki ayın özeti gibi gözüküyor.

İki ay önce Aziz Yıldırım'ın yaptığı açıklamalarla ve son olarak yayınlanan "Fenerbahçe Spor Kulübü" imzalı basın açıklamasının taban tabana zıt olması Fenerbahçe'de kararların camianın nabzına göre şekillendiğini gösteriyor. Bence bu açıklamalardan çıkartılabilecek biri olumlu diğeri olumsuz iki çarpıcı sonuç var. Mayıs sonuna kadar kulüp başkanı tarafından başarılı kabul edilen bir takımın teknik adamı başkanın muhafazakar söylemlerinin aksine tazminat ödenerek görevden alınıyor. Bu, Aziz Yıldırım'a yapışmış "astığım astık, kestiğim kestik" üslup ile çelişen, kulüp içi demokrasi ve camianın sesine kulak veren yönetim anlayışının delili sayılabilecek bir durumdur. Bir insanın düşüncesinin 1 ayda tamamen tersine dönmeyeceğini varsayarsak, bu işin olumlu tarafı.

Olumsuz tarafı ise yönetimin camianın nabzına göre karar verip, en risksiz adımları atması, suya sabuna dokunmamasıdır. Türkiye'de rüzgarın yönünü belirleyenlerin başında medyanın geldiğini kabul edersek yönetim anlayışının buna dayanmasındaki sakıncalar daha net bir biçimde ortaya çıkıyor. Zamanında Terim rüzgarıyla Löw'ün gönderilip Rıdvan'ın göreve getirilmesi, takımı iyi çalıştırmayan Mustafa Denizli'nin sezon ortasında gönderilip yerine disiplinli Lorant'ın getirilmesi, rahat Zico'nun yerine disiplinli Aragones, umursamaz Aragones yerine eski dost Daum; eski dost, yeni paragöz Alman Daum'un yerine içimizden biri, "git deyince giden" Aykut Kocaman'ın getirilmesi bu yönetim anlayışının bir gelenek haline geldiğini gösteriyor. Kocaman'ın göreve gelmesinde Ertuğrul Sağlam'ın Bursaspor ile elde ettiği şampiyonluğun ardından ivme kazanan milliyetçi akımın etkileri de göz ardı edilemez. Yönetimin bu zaafı camiaya ve taraftara büyük bir sorumluluk yüklüyor. Zira bu yönetim doğru veya yanlış camianın sesine kulak veriyor.

12 yıllık başkanlık tecrübesine rağmen Aziz Yıldırım ve yönetimlerinin özellikle futbol takımı söz konusu olunca icraata dökemediği en güçlü söylem "istikrar" olmuştur. Bu anlayışın Aykut Kocaman döneminde devam edeceğinin garantisi olmasa da, 12 yılın bıraktığı intiba endişelenmek için yeterli. Diğer taraftan Rıdvan ve Mustafa Denizli gibi iki Türk teknik direktörle sezon açmış olan Fenerbahçe için yeni bir Türk ile çalışmayı "devrim" olarak dillendirmek de çok doğru değil. Zira son 12 yılı göz önüne alacak olursak Fenerbahçe'de "Devrim" bir teknik direktörün gelmesi değil, gitmemesiyle olur. Önümüzdeki dönemin devrim niteliğinde olup olmayacağını da camia ve yönetimin Aykut Kocaman'a kötü günde vereceği samimi destek gösterecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin