24 Aralık 2010 Cuma

Tribünden Fotoğraflar (FB 93-61 Cholet)


Fenerbahçe Ülker THY Avrupa Ligi C Grubu'nun kapanış maçında deplasmanda yenildiği Fransa şampiyonu Cholet Basket'i farklı mağlup etti. Maça kötü başlayan takımımız ilk 5 dakikada 10 sayı geriye düşse de periyodun bitimiyle rakibini yakaladı ve lehimize açılan fark son periyodu Kinsey'in başrol oynadığı bir şova çevirdi.

Mirsad'ın takım gerideyken verdiği katkı, Preldzic'in sezonun en başarılı oyunlarından birini ortaya koyup maçı 11 asistle tamamlaması ve Kinsey'in kanatlanması gecenin akılda kalan güzel notlarıydı.

Favori olduğumuz maçı kazanarak, Siena'yı evinde mağlup eden Barcelona'nın bizi geçmesine fırsat vermedik. Geçen sezon talihsiz bir şekilde dışında kaldığımız Son 16'ya grubu ikinci bitirerek katılmak güzel. Ancak Vidmar'ın sakatlığı sonrası kafalarda oluşan soru işaretleri henüz ortadan kalkmış değil. Bu endişeler Sean May'in takımdan ziyade Avrupa basketboluna uyumuyla alakalı. Engin Atsür'ün takıma katılma süreci de endişe verici olan diğer husus. Zira Ukic'in takım için ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu Siena deplasmanında alınan farklı mağlubiyet fazlasıyla göstermişti.


Grup maçlarındaki taraftar ortalamasını geçen seneye göre 10'a katladık. Geçen sezon iç sahada 5 maçta sadece 1 galibiyet alabilen takımımız bu sezon evinde sadece 1 yenilgi aldı. Bu farkı tamamen taraftar sayısına indirgemek yanlış olsa da, Fenerbahçe'ye yakışanın dolu tribünler olduğunu hatırlamak ve tüm Avrupa'ya da hatırlatmak bence grup maçlarının en büyük getirisi.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Ufak hesaplar peşindeki ÇARŞI...

Ölümle mücadele eden insanın sırtından ezeli rakibine saldırmak...

Dualarımız seninle Lefter Küçükandonyadis.

Tribünden Fotoğraflar (FB 2-3 Bucaspor)

21 Aralık 2010 Salı

19 Aralık 2010 Pazar

Tribünden Fotoğraflar ve Alex'in Frikik Golü (Fenerbahçe 1-0 Sivasspor)



Spor Toto Süper Lig’de, ilk yarının son haftasında Sivasspor'u ağırlayan Fenerbahçemiz, karşılaşmadan Alex'in frikik golüyle 1-0 galip ayrılarak ilk yarıyı lider Trabzonspor'un 9, ikinci sıradaki Bursaspor'un 4 puan gerisinde 33 puanla 3'ncü sırada kapadı.

Ligin ilk yarısında; rakip ağlara gönderdiği 40 golle Trabzonspor'la birlikte en çok gol atan 2 takımdan biri olmayı başaran Fenerbahçemiz, buna karşın kalesinde gördüğü 21 golle Galatasaray kadar gol yemiş olmasıyla hayal kırıklığı yarattı.

Özellikle karşılaşmaların ikinci yarılarında düşen temposu ve yediği gollerle kayıplar yaşayan Fenerbahçemizi şimdi hafta arasında Bucaspor'la yapacağı Türkiye Kupası karşılaşmasının ardından yoğun geçmesi gereken bir devre arası dönemi bekliyor.

Sizleri gecenin en güzel görüntüsüyle başbaşa bırakıyoruz...
Alex'in Golü: http://www.youtube.com/watch?v=_ZI_iQf-MQU


Sıradaki Maç:
21 Aralık 2010 Salı 20.15 Fenerbahçe-Bucaspor (Türkiye Kupası)

5 Aralık 2010 Pazar

Tribünden Fotoğraflar (FB 2-1 Karabükspor)



Spor Toto Süper Lig’in 15'nci haftasında Kardemir Karabükspor'u ağırlayan Fenerbahçemiz, karşılaşmadan 2-1 galip ayrılarak lider Trabzonspor'un 6, ikinci sıradaki Bursaspor'un 1 puan gerisinde 30 puanla 3'ncülüğe yükseldi.

Rakip ağlara gönderdiği 38 golle ligin en çok gol atan takımı ünvanını sürdüren Fenerbahçemizi şimdi yılbaşına kadar kazanması gereken 3 zorlu karşılaşma bekliyor:

12 Aralık 2010 Pazar 19.00 Ankaragücü-Fenerbahçe
18 Aralık 2010 Cumartesi 19.00 Fenerbahçe-Sivasspor
21 Aralık 2010 Salı 20.15 Fenerbahçe-Bucaspor (Türkiye Kupası)

Kaptan Gemisini Taşıyor


Son zamanlarda maç yazılarını aksattık. Yazısız geçen dört haftayı aynı yazı içinde detaylı bir şekilde değerlendirmek zor olduğu için büyük resme bakmaya çalışmak daha uygun gözüküyor. Tıpkı geçen sezon olduğu gibi Gaziantepspor deplasmanında uzun süre önde götürdüğümüz maçta kaybedilen üç puan herkesi karamsarlığa sürükledi. Ancak sonraki haftalarda aldığımız puanlar yarışa tutunmamızı sağladı.

Yıllardır topa sahip olma oranlarında ligin zirvesinde olan bir takımın oyun hakimiyetini rakibe çok kolay teslim etmesi Gaziantepspor maçı sonrası Fenerbahçeliler'in gündemindeydi. Maçı anlatan spikerler karşılaşmaların ilk yarılarına bakılırsa Fenerbahçe'nin açık ara lider olacağından bahsediyorlardı. Bu da takımın dakikalar ilerledikçe fiziksel açıdan oyundan düştüğünün bir deliliydi aslında. Bu da sezonu açtığımız günden beri şikayet ettiğimiz başlıca unsur. Young Boys karşısında ayakta duracak gücü olmayan takımdan, Gaziantepspor karşısında gücü yetmeyince hakimiyeti rakibe bırakan Fenerbahçe'ye kadar geçen sürece bakıldığında temel sorunun değişmediğini görüyoruz. Yeni transferlerin takıma uyum sağlaması, Aykut Kocaman'ın takıma oyun anlayışını benimsetmesi bu sürecin olmazsa olmazlarıydı. Ancak kondüsyon planlamasının sezon başında neye göre yapıldığına halen anlam verebilmiş değilim. Takımın devrenin bitimine 5 hafta kala form tutmaya başladığını görünce Avrupa kupalarına katılmadığımıza şükrediyorum. Bugün sezonu kapatmış olabilirdik. Umarım planlamalardaki bu tutarsızlık ikinci yarı ve önümüzdeki yıllarda tekrarlanmaz.

Kaptan'ın Seyir Defteri

Bucaspor maçında lig yarışına tutunabilmek için galibiyetten başka şansımız yoktu. Antep'te ligdeki 100'üncü golünü atan Alex'in çabaları galibiyet için yeterli olmamıştı. Kaptan Alex Bucaspor karşısında tekrar sahneye çıktı. Fenerbahçe'nin lig tarihindeki 3000'inci golüne de imza attığı bu zor maçta ilk 25 dakikada attığı üç golle maçı kopardı. 5-2'lik galibiyetle nefes alan takımımızın sonraki hafta rotası kabus haline dönen Olimpiyat deplasmanıydı. İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a karşı deplasmanda galibiyet yüzü göremeyen takımımızda Alex yine kilidi açan isim oldu. 3 hafta üst üste ilklere imza atan Alex deplasmanda kaybedilen puanlara da bir nokta koymuş oldu.

Cristian'ı Kazanmaya Çalışmak

Bucaspor ve Belediye maçlarının ortak özelliği Emre Belözoğlu, Lugano gibi as oyuncularımızın eksikliğiydi. Ancak yerlerine oynayan genç futbolcumuz Gökay ve Bekir görevlerini yerine getirerek bu zorlu süreci kayıpsız atlatmamıza yardımcı oldular. Diğer taraftan Gaziantepspor karşısındaki silik futboluyla hedef tahtasına çekilen Cristian'ın bu süreçte Aykut Kocaman tarafından kazanıldığının da altını çizmekte fayda var. Zira tribünleri kukla gibi oynatabilen efsane futbolcumuz Rıdvan Dilmen'in hedef göstermesiyle Bucaspor maçında da taraftarın tepkilerine maruz kalan Cristian'a herşeye rağmen sahip çıkması Aykut Hoca'nın tıpkı Alex tartışmalarında olduğu gibi futbolcusunu kazanmaktan yana olduğunu gösteriyor.

Karar Anı

Bu sancılı sürecin ardından deplasmandan galibiyetle dönmüş olmanın verdiği keyifle Karabükspor karşısına çıktık. Ligin sürpriz takımlarından biri olan rakibimiz, Nijeryalı forveti Emenike'yle savunmamıza zor anlar yaşatsa da takımımızın topa sahip olmaya çalışarak futbol oynamaya çalışması maçın kilidini açtı. Son haftaların yıldızı Alex'in yine iş başında olduğunu hatırlatmakta bir sakınca görmüyorum. Onun ortasını ağlara gönderen Lugano ile öne geçtikten sonra, Mehmet'in ortasını defansın arasından ağlara gönderen yine Alex oldu. Aykut Kocaman'ın maçta aldığı en olumlu karar ise ikinci yarının başında yediğimiz baskı ve gelen golün ardından hızlı oyuncularla kontra atak takımı kimliğine bürünmektense, Stoch'un yerine Selçuk'u alarak topa sahip olan takım olmayı tercih etmesi oldu. Daha önce birçok kez benzer durumlarda Alex'in temposundaki düşüşü Alex'i oyundan alarak çözmeye çalışan Aykut Hoca için alınan bu karar anlamlıydı. Zira Alex'in tempo ve verimliliğindeki düşüş birinci derecede takımın orta sahasının düşmesinden kaynaklanıyor. Alex çıktığında onun hücum hattıyla kurduğu bağlantıyı sağlamakta güçlük çektiğimiz için herşey alt üst oluyordu. Karabük karşısında ise Stoch-Selçuk değişikliğiyle oyunun seyri tamamen değişti. İkinci yarının başında ayağımıza top değmezken, bir anda Karabük topa hasret kaldı.

Neticede üst üste alınan 3 galibiyetle ligde gelecek için umutlanabileceğimiz bir konuma gelmiş olduk. Lider Trabzonspor'un 6, ikinci Bursaspor'un 1 puan gerisinde bulunuyoruz. Halen takım kondüsyonu, orta sahadaki alternatifsizlik ve sol kanatta uyumlu ideal bir ikilinin bulunamaması ciddi soru işaretleri olarak gözükse de doğru bir planlama ve devre arasında atılabilecek adımlarla bunun üstesinde gelebiliriz. Umarım ilk yarının son iki haftasını kayıpsız geçer, devre arasında da takımın zaaflarını ortadan kaldıracak hamlelerde bulunuruz.

28 Kasım 2010 Pazar

Olimpiyat Stadı'ndan Fotoğraflar (İstanbul Büyükşehir Belediyespor 0-1 FB)



2007-2008 sezonunun ilk haftasında 2-0 (Maç Yazısı, Maçtan Fotoğraflar), 2008-2009 sezonunun 19'uncu haftasında 2-0 (Maç Yazısı, Maçtan Fotoğraflar), 2009-2010 sezonunun 23'üncü haftasında 2-1 (Maç Yazısı, Maçtan Fotoğraflar)'lik skorlarla mağlup ayrıldığımız İBB deplasmanından, 2010-2011 sezonunda Alex'in golüyle 1-0 galip ayrılarak Olimpiyat Stadı şanssızlığımızı kırdık.

Şimdi hedef, devre arasına kadar kalan oynayacağımız Karabük, Ankaragücü (D) ve Sivas maçlarından 9 puan alarak devreyi kapatmak...

11 Kasım 2010 Perşembe

1 Yılın Getirdikleri

Sinan Erdem Spor Salonu (Fenerbahçe Ülker 81-68 Montepaschi Siena)
"Aralarında Barcelona ve Siena maçlarının bulunduğu 4 Avrupa Ligi maçından 4 galibiyetle ayrılacağız. Barcelona'yı deplasmanda devirdikten sonra, henüz yumurta kapıya dayanmadan takımının arkasında yerini almış 15 bin taraftarın önünde Siena'yı yeneceğiz." 1 yıl önce bu cümleler birçok kişiye anlamsız gelirdi, ama bugün rüya gerçek oldu.

Bu büyük başarının sevinci bir yana, tam 1 sene önce oynanan Siena maçından notlarla bugünü karşılaştırınca kaybettiği birçok önemli oyuncuya rağmen dengeli kadro yapısını muhafaza etmiş olan Siena büyük resimde geçen seneye nazaran en istikrarlı parça gibi duruyor. Bizim için an itibarıyla durum oldukça parlak gözükse de 10 Kasım 2011'de, 2012'de oynanacak muhtemel Euroleague maçındaki görüntüdür asıl istediğimiz noktaya gelip gelmediğimizi gösterecek olan.

Geride kalan 1 yıl içerisinde 1000 taraftarı ancak topladığı için ihtar alan, köklü ama taraftarsız kulüp olarak tanınmaya başlayan, oyun kurucusuz, 4 numarasız, kısa rotasyonu eksikler "sayesinde" patlamaktan kurtulan bir takımdan, rekor sayıda taraftar önüne çıkan dengeli takıma geçişin bu kadar hızlı olması, yaşanacak bir düşüşün de aynı oranda şaşırtıcı olabileceği endişesini doğuruyor. Herşeyin çok hızlı değişip geliştiği bu dönemde Aydın Örs'ün şubenin başında olması ise bu endişeyi azaltan en önemli etken.

Umarım yöneticilerimiz bu takımın oluşmasına zemin hazırlayan planlamalarını, takım bu seviyede basketbol oynamayı, bizler de basketbolu takip etmeyi bir ekol ve kültür haline getirmeyi başarabiliriz.

11 Kasım 2009 - Fenerbahçe Ülker 83-87 Montepaschi Siena
Yer: Abdi İpekçi Spor Salonu
Seyirci: 1000
Fenerbahçe: Greer - Onan, Giricek, Serhat - Kinsey, Emir - Rasim - Oğuz, Ömer, Semih
Koç: Tanjevic
Siena: McIntyre, Zizis - Domercant, Carraretto - Sato, Hawkins - Eze, Stonerook - Marconato, Ress
Koç: Pianigiani

10 Kasım 2010 - Fenerbahçe Ülker 81-68 Montepaschi Siena
Yer: Sinan Erdem Spor Salonu
Seyirci: 14785
Fenerbahçe: Ukic, Greer - Onan, Tomas - Kinsey, Emir - Lavrinovic, Mirsad - Oğuz, Vidmar, Kaya
Koç: Spahija
Siena: McCalebb, Zizis - Kaukenas, Aradori - Moss, Carraretto, Michelori - Rakovic, Stonerook - Lavrinovic, Ress
Koç: Pianigiani


Fotoğraf:Fenerbahce.org

7 Kasım 2010 Pazar

Tribünden Fotoğraflar (FB 4-2 Eskişehirspor)

Cimbom'a Selam, Yola Devam


Galatasaraylılar için anlam ve önemi büyük olan 6 Kasım gününde oynanan ve 6 golün atıldığı 11'inci hafta mücadelesinde Eskişehirspor'u 4-2'lik sonuçla geçen Fenerbahçemiz ligdeki puanını 21'e çıkartarak sıralamadaki yerini korudu. Geçen hafta Bursaspor deplasmanında iki takımın da kazanabileceği maçtan 1 puanla ayrıldıktan sonra bu hafta Bursaspor'un puan kaybetmesiyle yarın oynanacak Tabzonspor-Galatasaray maçının sonucundan bağımsız olarak liderle aramızdaki puan farkını azaltmış olduk.

Yüksek Konsantrasyon ve Direnç

Fenerbahçe'nin bu sezon çıktığı maçlardaki en belirgin özelliği rakibe bakışında saklı. Sahada kendisini açıkça belli eden ciddiyet herhangi bir rakibin sadece mücadelesiyle fark yaratmasına engel oluyor. Artan futbolcuların kalitesinden ne kadar istifade edildiği, mücadele olarak ileri giderken sistem ve oyun anlayışı olarak katedilen mesafenin yeterliliği ayrı tartışma konularıdır. Zira sezonun geride kalan bölümünde rakibin kalitesi yükselince çıkan ciddi aksaklıklar uzun vadede üzerine gidilmesi gereken ve ciddiyetsizliğinden şikayet edilen Fenerbahçe takımlarında olmayan bir başka sorunun altını çiziyor. Ancak olaya olumlu tarafından bakılınca düşük kalitedeki takımlara karşı gösterilen ciddiyetsizliklere son verilmesi için olumlu adımlar atıldığını söyleyebiliriz.

3+1 Orta Sahaya Dönüş

Zorluk derecesi yüksek maçlarda istenen seviyede olmasak da Aykut Hoca'nın hatalarını tecrübeye dönüştürmesi gelecek için umut veriyor. Öyle ki, Galatasaray maçının hemen ardından oynanan Bursaspor maçındaki kadro tercihi Aykut Kocaman'ın kendisini geliştirmeye açık bir teknik direktör olduğunu da gösteriyor. Galatasaray karşısında orta sahayı rakibe teslim eden kadro tercihi derbiden puansız ayrılmamıza dahi sebep olabilirdi. Galatasaray karşısında şans verdiği Stoch, Dia, Alex ve Niang 4'lüsünden Dia ve Niang'ın sakatlıkları nedeniyle Bursaspor maçında yer alamamaları Aykut Kocaman'ın alternatiflerini kısıtlasa da, hatasından dönmesine de biraz olsun yardımcı oldu. Sezon başında, Aykut Hoca'nın takımdaki vazgeçilmezlerinden olmasına rağmen son haftalarda hiç şans bulamayan Cristian'ın tekrar takıma katılmasıyla Bursaspor maçında ortasahası çok daha dirençli bir Fenerbahçe gördük. Belki istediğimiz sonucu yine alamadık, özellikle Cristian oyundan çıktıktan sonra Rus ruletine dönen maçtan puansız da ayrılabilirdik. Ancak en azından futbolculardan rakibe saygı beklerken ilk 11 tercihlerinin de bu beklentiye paralellik göstermesini beklemek mesnetsiz bir eleştiri olarak algılanmamalı.

Bu hafta Eskişehirspor maçı için oynayabilecek durumdaki Dia ve Kazım'ın kenarda oturmaları ve sahaya yine Cristian ile çıkmamız bence doğru bir hamleydi. Stoch, Dia ve Kazım gibi forvet oyuncularının orta saha oyuncularıyla yardımlaşmayı, yeri geldiğinde orta saha oyuncusuymuş gibi oynamayı öğrenemedikleri sürece tek pozisyonun aynı tip alternatifleri olmaktan öteye geçmeleri zor. Cristian, Emre ve Mehmet Topuz'un sahada bir arada bulunduğu; tek kanadında ise Stoch, Kazım, Dia gibi oyunculardan birinin bulunduğu bu oyun anlayışı biraz asimetrik olsa da aslında pek çok kişinin hayalini kurduğu 4-3-3'ün bir türevi olarak kabul edilebilir. Gençlerbirliği karşısındaki dizilişi de orta üçlüsü Mehmet-Cristian-Emre, ileri ikiliye orta sahadan Stoch'un daha yakın oynadığı asimetrik bir 4-3-3 olarak tanımlayabiliriz. Buna itiraz edenler olabilir ancak bu tanımlamanın takımın iki kanadındaki oyuncu performanslarını değerlendirirken faydalı olduğunu düşünüyorum. Aslında bu dizilişin örneklerini daha önce defalarca gördük. Zihinlere kazınan Appiah-Deniz-Aurelio-Tuncay ve Deivid-Selçuk-Aurelio-Uğur dizilişlerinde sırasıyla, Tuncay ve Deivid hücum hattına arkadan destek veren üçüncü forvet oyuncuları olarak kabul edilebilirler. Eskişehirspor ve Bursaspor karşısındaki oyuncu grubu da eldeki malzemeden benzer anlayışı ortaya koyabilecek en uygun tercihlerdi.

Uğur, Alex, Deivid ve Kezman'ın bir arada oynadıklarında Inter'e dahi orta saha hakimiyetini kaptırmamamızı da sanırım özellikle Deivid ve Uğur'un sakatlıklar öncesinde Dia ve Stoch'a nazaran gösterdileri orta saha oyuncusu karakterleriyle açıklayabiliriz. Stoch, Kazım ve Dia'dan göremediklerimiz maalesef bunlar. Oyunu çizgide kabul edip ne hücum ne de savunmada orta sahanın parçası olmayı becerebiliyorlar. Bu da sahada sayıca fazla olmalarının önündeki en büyük engel. Aksi halde takımın orta sahasında çıkan aksaklıklar takımın her noktasının aksamasına, Galatasaray maçında olduğu gibi evinde mahkum geçen, Bursaspor maçının son dakikalarında olduğu gibi rus ruletine dönen maçlara sebep oluyor.

Kanatlardaki asimetri

Gökhan Gönül, Mehmet Topuz'un yakın oynadığı sağ kanatta oynayıp yıldızlaşırken, Caner'in Stoch'un arkasında oynarken Gökhan'ın üretkenliğinin yanına yaklaşamaması; benzer şekilde Dia ve Gökhan Gönül'ün beraber forma giydiği dönemde Gökhan'ın savunmadaki defolarının fazlaca ön plana çıkması üzerinde durulması gereken konular bence. Her sorunun Stoch veya Dia tarzı oyunculardan kaynaklandığını ispatlama derdinde değilim, öyle olduğunu da düşünmüyorum. Dia ve Stoch'tan Mehmet Topuz'un yaptıklarını beklemek zaten haksızlık olur. Ancak sadece süratleri nedeniyle de kanatlarda Stoch ve Dia'yı bir arada kullanmak Gökhan ve belki de Caner'in verimini azaltıyor olabilir. Ömer Üründül'ün deyişiyle hatlar arasındaki bağlantıyı koparmaktansa sol tarafta da Mehmet-Gökhan ikilisinin oluşturduğu gibi birbirine daha yakın oynayan bir ikili mi oluşturmalı, yoksa bu asimetri rakiplerin de dengesini bozan bir etken midir?

Maçtan Akılda Kalanlar

Eskişehir maçına dönersek, maçın ardından ön plana çıkan oyuncular olarak Gökhan Gönül, Mehmet Topuz, Alex ve Semih'i sayabiliriz. Maçın 3'üncü dakikasında Alex'in penaltıdan bulduğu golle 1-0 öne geçen takımımızın kolay gol yeme alışkanlığı Sezer'in eşitliği sağlamasına neden oldu. Gecenin yıldızlarından Gökhan Gönül'ün isabetli ortasını kafayla gole çeviren Semih takımını bir daha geri düşmemek üzere öne geçirdi. Devrenin sonunda Gökhan asistten sonra golü de buldu. Devre arasında saçma bir tartışmanın içine girerek adeta kendini attıran Lugano uzun zamandır görmemekten memnun olduğumuz hırçınlığıyla geri döndü. Böylelikle maçın ilk yarısında sakatlanıp yerini Kazım'a bırakan Emre'den sonra Lugano'nun yerini doldurmak için de Stoch'u çıkarıp Bilica'yı oyuna almak zorunda kaldık. Üstelik Bilica talihsiz bir şekilde kalemizde gole sebebiyet verdikten sonra tribünlerin bir kısmı gecenin saçmalığına imza atarak Bilica'yı ayağına gelen her topta yuhaladılar. Bilica kendi kalesine bir gol atsa sevinecekmişcesine ısrarla sürdürülen bu yuhalamalar Semih'in farkı tekrar ikiye çıkmasıyla rafa kalktı.

Fotoğraf: Fenerbahce.org

24 Ekim 2010 Pazar

Derbide Kazanan Orta Saha


Son haftalarda farklı sonuçlarla elde ettiğimiz galibiyetlerin yanında Galatasaray'ın da teknik direktör değişikliğine kadar giden başarısız sonuçlar alması Galatasaray maçı öncesi Fenerbahçe'yi favori takım haline getiriyordu. Ancak kafalardaki soru işareti Fenerbahçe'nin Young Boys, PAOK, Trabzonspor, Kayserispor ve Beşiktaş gibi zorluk derecesi yüksek maçların hiçbirisinden galibiyetle ayrılamamış olmasıydı. Sezon başı hazırlık kampını eksikler nedeniyle verimli geçiremeyen takımımızın bu maçlardaki yetersiz futbolu takımda taşların oturmamış olmasıyla izah edilmeye çalışılıyordu. Son üç haftada ise Kasımpaşa, Gençlerbirliği ve Konyaspor maçlarında alınan farklı galibiyetler takımın uyumu için olumlu bir gösterge olsa da Galatasaray maçı farklı bir atmosferde oynanacağı için ciddi bir sınav niteliği taşıyordu.

Eksik Galatasaray Rehavet Getirdi

Hafta başında Rijkard'ın yerine Hagi'yi göreve getiren Galatasaray cephesinde sıkıntılar teknik kadro seçimiyle bitmiyordu. Baros, Arda ve Kewell gibi hücum silahlarının sakatlıkları nedeniyle derbide forma giyemeyecek olmaları Fenerbahçe cephesinde son haftalarda farklı sonuçlar elde eden ofansif kadro tercihinin tekrar edebileceğini gösteriyordu. Hem eldeki hücum alternatiflerin kısıtlı olması, hem de Fenerbahçe'nin orta sahayı riske etmesi Galatasaray'ı Şükrü Saracoğlu'na güçlü bir orta saha tercihiyle çıkarttı.Fenerbahçemiz ise Konyaspor karşısında mücadele eden kadrodan çok da farksız olmayan bir kadro ile rakibini hücum gücüyle sindirme niyetindeydi. (Volkan, Gökhan-Lugano-Yobo-Caner, Dia-Mehmet-Emre-Stoch, Alex-Niang)

Derbilerin Kilidi, Orta Saha

Kağıt üstünde Fenerbahçe'nin ofansif kadrosuna karşı oyunu kendi kalesinde kabul etmesi beklenen Galatasaray maçın ilk yarısında Fenerbahçe'yi kalesine yaklaştırmadığı gibi birisi çizgiden çıkartılan birçok gol pozisyon buldu. Yıllardır orta sahasında çok güçlü alternatifleri olan Fenerbahçe'nin sadece 3 orta saha oyuncusuyla derbiye hazırlanması manidardır. Aslında tam de bu sebeple, elde bu kadar kısıtlı ve alternatifsiz bir havuz varken, Alex'in adını tahtaya yazmakta tereddüt dahi edilmemesi gerekir. Aykut Hoca da başlarda belki kafasında başka planlar olsa da Alex'ten vazgeçemez, vazgeçemedi de. İlk transfer dönemine kadar da 4-3-3 lafını kimse ağzına almamalı. Bu işin bir tarafı. Diğer tarafı ise benim naçizane gözlemim son dönemde derbilere ambargo koyan Fenerbahçe kadrolarının her zaman orta sahası dirençli takımlar olduğunu söylüyor. Genelde iki kanat oyuncusundan biri koşucu özellikli olup, geri kalan 3 oyuncu Aurelio, Deniz, Appiah, Mehmet Topuz, Emre Belözoğlu, Cristian, Selçuk gibi kontrollü futbola uygun isimler arasından seçilirdi. Orta sahamız güçlüyken topa daha fazla sahip olup, top kapmak için daha az efor sarfederdik. Ancak Ayhan, Mustafa, Elano, Cana, Misimovic ve hatta Pino'yu daha dahil edersek savunmaya geçtiğinde 6 oyuncuyla orta sahayı parselleyen Galatasaray takım savunmasının içinde Emre ve Mehmet Topuz'un kanatlardan destek almadan oyuna hükmetmesi oldukça zordu. Öyle de oldu. İlk yarı boyunca son yılların en defansif kadrolarından biriyle sahaya çıkmasına rağmen oyunun kontrolü daha çok Galatasaray'ın elindeydi.

Aykut Kocaman'ın maç sonu açıklamalarında değindiği gibi, ilk yarının ardından ya oyuncu, ya da oyunu değiştirip orta sahayı mutlaka ele geçirmemiz gerekiyordu. Kral belki de Cristian'ın formuna güvenmemesi veya alternatiflerin kısıtlı olması nedeniyle Stoch, Alex ve Dia'nın oyuna daha fazla katılmaları beklentisiyle değişikliğe gitmedi. İkinci yarıda topa daha fazla sahip olup, rakip kaleyi daha fazla yokladık. Ancak çabalarımız 10 yıllık galibiyet serisini sürdürmek için yeterli değildi. Maçtan sonra varsayımlar üzerine galibiyet formülleri çıkartmak niyetinde değilim ancak kadrolara bakınca ortaya çıkan beklentilerin çok da uzağına geçmeyen bir karşılaşma izledik. Galatasaray eksikleri nedeniyle haddini bilerek oynadı, biz ise pozitif futbol beklentisiyle bütün formda oyuncularımızı sahaya sürerek ofansif oynama niyetimizi belli ettik. Ancak maçta gol sesi çıkmadı.

Derbilerde yokuz ama...

Neticede "Derbilerin sonucu önceden kestirilemez" savının bir kez daha ispat edildiği bir maçı geride bıraktık. Bardağın dolu tarafına bakarsak yeni teknik direktörüyle ilk 9 haftasında Trabzonspor, Kayserispor, Beşiktaş ve Galatasaray maçlarını geride bırakan Fenerbahçemiz liderin 6 puan gerisinde yarışı sürdürüyor. Geçmiş yıllarda anadolu takımları karşısında kaybedilen puanlar nedeniyle çok üzülen takımımız zorluk derecesi düşük maçlarda daha iştahlı oynuyor. Bardağın boş tarafında ise dirençli takımlar karşısında çalışan bir ekolden uzaklaşan ve şimdiye kadar buna bir çözüm getirememiş bir takım var. Bunu da zamanla ve kadronun zenginleşmesiyle çözebileceğimize inanıyorum.

Son üç haftayı fırtına gibi geçen Fenerbahçemiz için Galatasaray maçı bir uyarı mahiyetinde kabul edilmelidir. Ancak gidişatı toz pembe göstermek ne kadar yanlışsa, bu derbiden de istediği sonuçla ayrılamayan takımımızdan ümidi kesmek de o kadar yanlıştır. Gerçekleşen bunca değişiklikten sonra takımın bir düzen içerisinde şartlara göre farklı tepkileri verebilmesi için değil birkaç hafta birkaç yıl gerekebilir. Aykut Kocaman da bu süreçte kendisini geliştirip belki dışarıdan bakıldığında farkedilmeyen sorunlar için çözümler geliştirmeye başlayacaktır. Orta sahaya doğrudan ilk 11'de oynayacak bir orta saha oyuncusu dahil etme planları bunlardan birisi olabilir. Bunun gibi çözümler için de tek ihtiyacımız olan Aykut Kocaman'a ve onun böyle tecrübelerden çıkaracağı sonuçlara güvenmektir.

Fotoğraf: Galatasaray Dergisi © Tuncay ŞEN

21 Ekim 2010 Perşembe

Taraftar Göründü

Avrupa Ligi'ne Lietuvos Rytas karşısında aldığımız farklı galibiyetle keyifli bir giriş yaptık. Savunmada savaşıp hücumda paylaşan, her alternatifi deneyen iyi niyetli oyuncuları izlemek yüzleri güldürdü şüphesiz. Ancak fark sadece sahada değildi. Dikkat çekilmesi gereken bir başka nokta 8 bin 424 taraftarın salona gelmesiydi. Top 16 maçlarını çıkartırsak Avrupa Ligi'nde son üç yılda bu rakamların kıyısından dahi geçemedik. En son Ocak 2007'de oynanan grubun kader maçlarında Winterthur Barcelona ve Eldo Basket Napoli'yi böylesi bir kalabalık karşılamıştı.


Tanjeviç'ten sonra Aydın Örs-Neven Spahija ikilisi, Abdi İpekçi'den sonra Sinan Erdem Spor Salonu, Giricek'ten sonra Marko Tomas ve Darjus Lavrinovic derken geride kalan 3-4 aylık süreçte basketbol şubesinde o kadar çok şey değişti ki, son 5 yılın en kalabalık açılış maçını bu değişikliklerden sadece biriyle açıklamak zor. Ama kesin olan birşey var ki, o da geçen sezonu 1000 seyirciyle açan takım yeni sezonu umutla açtı.

Günün ve galibiyetin keyfini çıkartmak herkesin hakkı. Ancak bu tabloya bakıp geçmişle objektif bir şekilde hesaplaşmak, ondan dersler çıkartmak Fenerbahçe'ye büyük yarar sağlar. En yakın örnek olarak Rytas koçunun aklında kalan "köklü ama taraftarsız Fenerbahçe" imajındaki payımızı ve bunu tersine çevirmek için kendi çapımızda neler yapabileceğimizi düşünmekte fayda var.

Neticede Rytas maçında gördüklerim bu sezon tablonun tersine dönebileceğine inancımı artırdı. Yumurta-tavuk tartışmasına girmek istemiyorum. Şüphesiz yapılan olumlu işlerin ve değişikliklerin taraftarın salona çekilmesinde payı vardır. Ancak tutarlı bir değerlendirme için bir süre daha beklememiz gerekiyor. Diğer taraftan Fenerbahçe'nin taraftarıyla daha güzel olduğunu ispatlamak için elimizde yeterince veri var. İnşallah ileride Rytas maçını Fenerbahçe taraftarlarını basketbola döndüren maç olarak hatırlarız.

20 Ekim 2010 Çarşamba

Görünmeyen Taraftar


"Avrupa Ligi'ne Türkiye'nin en güçlü takımlarından biri olan Fenerbahçe Ülker karşısında başlıyoruz. Uzun bir geçmişleri var ancak salonlarını hiç dolu görmedim. Umarım bunu değerlendirir ve oradan bir galibiyetle kaçabiliriz."

Aleksandar Trifunoviç
Lietuvos Rytas Koçu

Adam mı görmemiş, biz mi gösterememişiz, yoksa salonlara dönmenin zamanı çoktan gelmiş de geçiyor muymuş?

Sanırım hepsi doğru. Ama artık biraz daha sık görünsek hiç fena olmaz...

İlk sınav bugün. Görev kupa kaldırmak değil, maç kazandırmak; hikayenin sonuna yetişip eldekiyle yetinmek yerine, işi baştan sıkı tutup en büyük kupa için çabalamak. Yolumuz açık olsun...

20 Ekim Çarşamba
Saat 20:15
Ataköy Sinan Erdem Spor Salonu
Fenerbahçe Ülker - Lietuvos Rytas

16 Ekim 2010 Cumartesi

Enes Kanter @ Big Blue Madness 2010


Kentucky Üniversitesi basketbol takımlarının tanıtıldığı gecede Enes Kanter ilk kez tıklım tıklım dolu Rupp Arena'da taraftarın huzuruna çıktı. Tanıtımı en son yapılan ve hakkında süren incelemeler nedeniyle bütün gece kenarda oturan Enes'in sahaya çıkışı oldukça etkileyici olmuş. Şapkası da yazılanlara göre Enes'in favori Amerikan güreşçisinin tarzıymış.


Enes, Fenerbahçe'de profesyonel olarak basketbol oynadığı ve bazı temel kalemler dışında 100 bin dolar değerinde maddi destek aldığı için NCAA kurallarına göre profesyonel sayılıyor. Profesyonel basketbolcuların da kolej liginde oynaması mümkün değil. NBA 2011 draftında ilk 3 içinde yer almasına kesin gözüyle bakılan Enes bu seneyi boş geçirmemek için; Kentucky Üniversitesi koçu John Calipari ise böyle bir oyuncudan mahrum kalmamak için NCAA kurallarını esnetmeye çalışıyor.

12 Ekim 2010 Salı

Lahana Turşusu


Milli takım ile ilgili gelişmeleri şimdilik sadece uzaktan takip etmekle yetiniyoruz. Teknik ekibinde alışılmışın aksine Galatasaray ağırlığının olmadığı bir dönem için Guus Hiddink ve ekibi gayet sıradan bir eleştiri tufanının içinde buldu kendisini. Hatırlanacağı gibi bundan önce Galatasaray ağırlığını hissedemediğimiz bir başka dönemde grup ikincisi Ersun Yanal'ın milli takımı Hakan Şükür lobisinin kurbanı olmuş, Ersun Yanal da 2006 Dünya Kupası elemelerini tamamlayamadan yerini Fatih Terim'e bırakmıştı. Sonrasında ise değişen birşey olmadığı gibi, İsviçre maçlarında kaybettiklerimiz Dünya Kupası biletinden çok daha fazlaydı.

Üçüncü resmi maçında grubun seri başı, son Dünya Kupası finalisti Almanya'ya deplasmanda yenilen Guus Hiddink'in maruz kaldığı eleştirileri görünce ister istemez soruyorum. Eleştirilerdeki yıkıcı ve aceleci üslubun Fenerbahçe'de teknik direktörlük yapmış Guus Hiddink ile Fenerbahçe efsaneleri Oğuz Çetin ve Engin İpekoğlu'nun görev aldığı milli takım'a denk gelmesi tesadüf müdür? Hakkını vermek lazım Hiddink, Fenerbahçe'yle pek özdeşleşememiş aksine Fenerbahçe'den kovulmuş olduğu için herkese sempatik gelebilecek kariyerli bir teknik direktör. Ancak şimdiye kadar milli takımın yardımcı hoca üzerinden eleştirildiğine ilk kez şahit oluyorum. Bunu açıklayabilecek biri varsa beri gelsin.

28 Eylül 2010 Salı

Bir İyi, Bir Kötü, Bir İyi, Bir Kötü... Futbolumuz, Volkan Demirel ve Jes Högh...

Sportif alanda da bir iyi, bir kötü gidiyoruz; sporcularımızdan gelen haberler de bir iyi geliyor, bir kötü..

Bir hafta seviniyoruz, bir hafta üzülüyoruz. Beşiktaş maçında son dakikalarda yediğimiz golün kaybettirdiği 3 puanın verdiği üzüntünün ardından, bir hafta sonra Sami Yen'de Kasımpaşa'ya 6 gol atmak keyif veriyor. Lig başından beri olduğu gibi, bir hafta mutlu, bir hafta üzgünüz. Artık bu galibiyetleri bir seriye bağlamaya ihtiyacımız var...

6 gol mutluluk verirken, bir taraftan da 6 gol attığımız karşılaşmanın ilk yarı skorunun 3-2 olması canları sıkıyor. Bir takım 6 gol attığı takımdan 2 gol yememeli, bu kadar pozisyon vermemeli... İşte bunun için 6 gol atılan bir maçtan sonra bile sevincimiz kısıtlı.

Sportif haberlerden, oyuncularımızdan haberlere geçince de haberler yine bir iyi, bir kötü...

Hafta arasında Volkan Demirel evlendi. Camia nikah törenindeydi. Mutluluk haberiydi. Artık Volkan'ın kendisini işine daha iyi vereceğini düşünüyoruz.


Derken bugün son bir haber geldi, canımızı acıttı. 1995-1996 sezonundaki Parreira yönetiminde şampiyonluğa ulaşan Efsane kadromuzun centilmen ismi, Danimarka Milli Takımı'nda da oynayan joker oyuncusu Jes Högh'ün 3 yıl önce beyninde başlayan pıhtılaşmanın neticesinde geçirdiği felç sonucu artık yürüyemediğini öğrendik.


44 yaşındaki Jes Högh'e şifa diliyoruz. Uche-Högh ikilisini, Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk heyecanlarımızdaki bu isimleri o günlere tanıklık eden hangi Fenerbahçeli unutabilir.


Bugünün genç futbolcularının onun gibi oyuncuların elinde yetişmeye ihtiyacı vardı...

Vi elsker dig Høgh *

*Danca: Seni seviyoruz Högh.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Tribünden Fotoğraflar (FB 1-1 PAOK)

Tekerrür Etmeyen Tarih İstiyoruz!

Sezonu açmamızın üzerinden 2 ay geçti. Young Boys'a elenerek Şampiyonlar Ligi'ne, PAOK'a elenerek Avrupa Ligi'ne başlamadan veda ettik. Önümüzde sadece yerel hedefler kaldı. Halbuki Fenerbahçe Dergisi'nin Temmuz sayısının kapağını "Şimdi Kocaman Hedeflerimiz Var" söylemiyle süsleyecek kadar emindik teknik direktör değişikliğinin bu sefer takıma seviye atlatacağından. Yönetimin özgüveni de şüphesiz camiadan geliyordu. Fenerbahçe taraftarının resmi sitesi antu.com'da ayrı ayrı anketlerde Daum'un kovulması ve Aykut'un teknik direktör olması için %70 gibi görülmemiş bir destek vardı.

"Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek"

Unutkanlık ve sabırsızlığı, Türkiye'nin bir kopyası olan Fenerbahçe camiasının en büyük hastalıkları olarak tanımlarsak hata etmiş olmayız sanırım. Albert Einstein'ın, "Delilik aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir." sözü de sanki bu hastalıklardan kurtulamayan bizler için söylenmiş gibi. Zira son 10-15 yılda takım dibe vurmadığı sürece teknik direktör değişikliğinin kısa vadede takıma sınıf atlattığına dair tek bir örnek yok. Aykut Kocaman her ne kadar 1 yıl boyunca takımla birlikte olsa da bu değişimin sancılı olacağı "değişim" söylemine yapılan vurgudan belliydi. 15 yıldır olanları bile bile camianın beklentisini düşürecek, takımın ve Aykut Kocaman'ın üzerindeki baskıyı azaltacak söylemler yerine bizzat Aykut Kocaman ve yönetim tarafından yapılan iddialı açıklamaların ardından bugünkü durumun hiçbir savunması da olmuyor haliyle.

Sabır

Hedeflerden birer birer sapınca geriye tutunacak tek dal kalıyor o da sabır. Aksi halde taraftarından futbolcusuna, yönetiminden teknik direktörüne kadar giydirmeden rahatlamaz bu bünye. Zira suç bulunamayacak hiçbir hücre yok camia içinde. Ancak o da yıkımdan başka hiçbir şeye yaramıyor. Peki biz Fenerbahçe'nin Teknik Direktörü olan Aykut Kocaman'a her şartta destek verip sabredebilecek miyiz? Zamanı geri alma şansımız olmadığına göre şimdi Aykut Kocaman'a sıkıca tutunmanın zamanıdır. Ancak o sınavı geçmenin önündeki en büyük engel de yine unutkanlık. Bir yandan teknik direktör istikrarı için bu kulüpte yeterince gayret sarfedilmediğini; Löw'e, Daum'a, Zico'ya haksızlık yapıldığını, Aziz Yıldırım'ın teknik direktör değirmeni bir Fenerbahçe yaratmasını eleştirirken diğer taraftan hemen Aykut'u gönderelim demek büyük bir çelişkidir. Yüzde 70 güven oyuyla göreve başlayan Aykut Kocaman için bu tarz söylemler yükselecekse bu en başta camianın ipiyle kuyuya inilmeyeceğinin delili olur. Bu nedenle Aykut'a sahip çıkması gerekenlerin başında taraftar geliyor. Benzer şekilde teknik direktörün görev süresini doldurmasına müsaade etmediği için eleştirilen yönetimin iki yıl daha görev süresi bulunduğu halde istifaya davet edilmesi de ayrı bir çelişkidir. Bütün bu çelişkili söylemler kafaların ne kadar karışık olduğunu gösteriyor. Bu kafa karışıklığının altında da medyanın güdümündeki camianın etkisiyle verilen birbirinden tutarsız kararlar yatıyor.

Lige Dönüş

PAOK maçı artık geçmişte kaldı. Önümüzde şampiyonluğun yürüye yürüye kazanılmadığı örneklerle tespit edilmiş Türkiye Süper Lig'i var. Bu sarsıcı sezon başlangıcının yarattığı yıkımı bir kenara bırakırsak, Young Boys ve PAOK gibi takımlara diş geçirememiş bir takım olarak artık hiçbir rakibimizi küçümseyecek halimiz yok. Bunun da ligde başarılı olmamıza faydası dokunabilir. Ayrıca alternatif sıkıntısı yaşanan kadromuzun yoğun maç temposu içerisinde kırılgan bir yapıya bürünmesi en büyük korkularımızdan biriydi. Geçen sezon Şubat ayındaki maç trafiğinde verilen kayıplar nedeniyle şampiyonluğun kaçtığını, Daum'un gönderildiğini ve hatta bugün Avrupa'ya henüz Ağustos ayında havlu attığımızı söyleyebiliriz. Böyle kırılgan bir yapılanma için de Türkiye Ligi yeterince ciddi bir hedeftir. Daha sezon başında yoğun maç programı nedeniyle Gökhan, Emre ve Volkan gibi alternatifsiz oyuncularda baş gösteren sakatlıklar bile henüz futbolunu oturtamayan takımımızın birden çok kulvarda mücadele etmek için hazırlıklı olmadığını gösteriyor.

Takım oyununun oturması için bir süre daha bekleyeceğiz. Şimdiye kadar kaybettiğimiz herşey temelde bu sürecin sonucu. Sorunları oyuncu performanslarına indirgemek, atılamayan veya yenilen gollerin faturasını bir veya birkaç futbolcuya yüklemek bence yanlış. Gerek Trabzonspor gerekse de PAOK maçlarında yenilen goller sorunun takım savunmasında olduğunu adeta bağırıyor. Takım savunmasını öne çıkartmaya çalışırken bu riskleri de en aza indirmek Aykut Kocaman'ın işi. Aykut Kocaman'ın ihtiyacı da zaman. Bunun dışında maç ile ilgili yazacak fazla birşey yok. Emre'nin attığı şık golle öne geçtik, farkı arttıramayınca artan tedirginlik ve yorgunlukla tempo düşürdük. Takım savunmasındaki bir zaaf neticesinde kalemizde golü gördük. Kalan 15 dakika fiziksel açıdan da yeterli düzeyde olmayan bir takımın 2 gol bulması için çok kısa bir süre. Bu nedenle de Avrupa'ya havlu attık. Şimdi Manisaspor maçı takımın özgüveni için önemli. Zira sezon başından beri elle tutulur galibiyetimiz yok, takım kaybetmeyi alışkanlık haline getirmeden bu gidişatı tersine çevirmek zorundayız.

26 Ağustos 2010 Perşembe

10'suz oynamaya ne kadar hazırız?


Yediğimiz birbirinden saçma üç golün ardından Trabzonspor maçı hakkında sağlıklı bir yorum yapmak kolay değil. Ancak tartışmalar bir şekilde sonuca göre şekilleniyor. Üstelik ortada olağandışı bir tercih ve puan kaybı olunca oklar da ister istemez Aykut Kocaman'a çevriliyor. Herşeye rağmen Aykut Hoca'nın tercihlerini mantıklı bir zemine oturtmak zor değil. Ancak radikal kararlar almak için en azından geçen sezonun sonundaki ritmimize ulaşana kadar sabretmek en sağlıklı tercih olacaktır.

Zamansız ısrarlar hem Aykut Hoca hem Fenerbahçe'nin geleceğini tehdit ediyor. Aykut Kocaman'ın da bunun farkında olduğuna eminim. Bu nedenle de köklü değişikliklerden önce 16 Mayıs'ta yıkılan takımın tekrar kendi ayakları üzerinde yürümesini sağlamak için çalışacağına, bunu yapmak için de Alex'ten faydalanacağına inanıyorum. Trabzonspor karşısına çıkan 11, Semih-Alex tercihine rağmen, kağıt üstünde 16 Mayıs'ta Trabzonspor'u ceza sahasına hapseden takımdan kötü bir takım değil, aksine çok daha vasıflı bir forveti ve kanat alternatifleri var. İster fiziksel eksiklik deyin, ister mental, isterse de taktik; takım ne bizim istediğimiz, ne de Aykut Kocaman'ın istediği seviyede. Ancak sorunu Cristian'ın yatarak müdahele yapmaması veya Bilica'nın antipatik dengesizliğine indirgemek ne kadar doğrudur, ondan emin değilim. Transfer elbette birşeyleri çözer ama eldeki malzemeden ne kadar verim alabiliyoruz onu sorgulamak gerekiyor. Toparlanmak için başta sabırlı olmaya sonra da eldeki en sağlıklı, verimli, güvenilir ve hazır oyuncularla sonuç almaya ihtiyacımız var.

Diğer taraftan Aykut Hoca Trabzonspor karşısında orta sahada elindeki bütün "çift yönlü" oyuncuları aynı anda kullandı. Özer, Emre, Topuz üçlüsü eldeki malzemenin en iyileri. Özer'in hazır olmamasının da bunda etkisi olabilir ama Trabzonspor orta sahası karşısında bu üçlünün yanında Cristian da olmasına rağmen yeterince aktif olamamak ciddi bir soru işareti. Ancak bu soru işareti Mehmet-Özer-Emre üçlüsünün yeterli olup olmamasından ziyade kadro derinliğinden kaynaklanıyor. Zira değil "çift yönlü" alternatif, kadroda Selçuk'tan başka orta saha oyuncusu yok. Uzun lig maratonunda bu 5 kişiden 2 tanesinin aynı anda sakatlık veya ceza nedeniyle eksik olma ihtimalinin -özellikle tempo yapmaya çalışacak bir takımda- oldukça yüksek olacağını tahmin ediyorum. Bu nedenle kadro derinliğinin Alex'i ilk 11 planları dışında tutmak için yeterli olmadığı kanaatindeyim. Bu nedenle Alex bir süre daha tahtaya adı yazılan ilk oyuncu olmaya devam edecek gibi gözüküyor.

22 Ağustos 2010 Pazar

Trabzonspor - Fenerbahçe (Maç Öncesi)


Trabzonspor geçen senenin sonuna doğru yükselen formunu bu yıla da taşıdı ve şu anda sezona en formda giriş yapan takım gibi gözüküyor. Bursaspor'u 3-0 yenerek kazandıkları Süper Kupa ile bunun ödülünü aldılar.

Sahada en iyi yaptıkları iş topa hükmetmek. Bizim yıllardır rakiplerimize özellikle zorluk seviyesi yüksek maçlarda üstünlük kurmamızın altında yatan bu unsur bugün onları öne çıkarıyor. Fenerbahçemiz ise gerek kilit oyuncuların eksikliği gerekse de oyun anlayışındaki değişiklikler nedeniyle bu özelliğini şimdiye kadar Antalyaspor maçı dışında hiçbir maçta gösteremedi. Aksine topu kovalayan taraf oldu.

Geçen sene Türkiye Kupası finalinde oyunu geride kabullenince maçın sonunu getirememiştik. Pazartesi günü takımımızı yine zorlu bir sınav bekliyor. Bir arada oynamaya alışmış Selçuk, Colman, Ceyhun, Alanzinho, Burak, Yattara ve Engin gibi orta saha oyuncularının yanı sıra kanatlardan destek veren Cale ve Serkan gibi top tekniği ve fiziksel özellikleri ortalamanın üstünde olan bir futbolcu grubuna karşı nasıl bir Fenerbahçe izleyeceğimiz merak konusu.

10 Ağustos 2010 Salı

Taraftarın "Kocaman" Sorumluluğu

Aşağıda yaz boyunca Fenerbahçe Taraftarının Resmi Sitesi olarak bilinen antu.com'da teknik direktör kararlarıyla ilgili açılmış olan anketlerin bir listesi var. (Yüksek çözünürlük için resme tıklayın.)



İlk anket Haziran başında açılmış. Ertuğrul Sağlam'ın Bursaspor ile elde ettiği tarihi şampiyonluğun ardından güçlenen yerli teknik direktör furyası taraftarın da aklını başından almış ve %57.41'lık bir oranla yerli teknik direktör istemişiz. Oylamaya katılanların sadece yüzde 16.69'u kaybedilen şampiyonluğa rağmen Daum'un görevde kalmasını istemiş.

Haziran'ın ortalarına gelinirken Daum'un sözleşmesinin feshindeki pürüzler nedeniyle takımda kalma ihtimali gündeme gelince açılan ankette daha net bir soru soruluyor, "Daum kalsın mı, gitsin mi?". Sonuçlara göre her 4 kişiden 3'ü Daum'un gitmesi gerektiğini savunuyor. Hemen sonraki hafta Daum ile kızışan pazarlıklarda iplerin kopma noktasına gelmesi ve sezonu erken açacak Fenerbahçe'nin yaklaşan maçları artık ihtimalleri de azaltıyor. Takımı 1 yıldır yakından takip eden Aykut Kocaman ismi daha güçlü bir şekilde dillendiriliyor. İşte bu sırada Antu yetkilileri Aykut Hoca hakkında taraftarın nabzını tutmaya karar veriyor ve 22 Haziran'da açılan yeni ankete göre taraftarın yüzde 72.24'ü Aykut Kocaman ismi üzerinde birleşiyor. 3 gün sonra da Fenerbahçe Spor Kulübü yönetimi Daum'un görevine son verip yerine Aykut Kocaman'ı getiriyor.

Umut vermeyen hazırlık maçları ve Şampiyonlar Ligi'ne havlu atmamızın ardından açılan son ankette taraftara "Aykut Hoca hakkında dün ne düşünüyordun, bugün fikrin değişti mi?" sorusu yöneltiliyor. "Aykut Kocaman gelsin mi?" anketinde "evet" diyenlerin yüzde 72.24 olduğunu hatırlarsak, bu ankette de "güveniyordum" diyenlerin oranının yüzde 71.83 olması anketin tutarlı olduğunu gösteriyor. Ancak Aykut Kocaman'a güvenenlerin yüzde 20'sinin hayal kırıklığına uğradığını ve fikirlerinin tamamen değiştiğini de görmek kafaları karıştırıyor. Bu takım şimdiye kadar sadece 2 resmi maça çıktı. Kaçan balık büyük olsa da; Mehmet Topuz, Özer, Lugano ve Gökhan Gönül gibi as oyunculardan mahrum, 1 numaralı santrafor transferini henüz yapmamış bir teknik adama duyulan güvenin 2 maçta zarar görmesi düşündürücü.

Bu anketlerin Fenerbahçe taraftarını değerlendirmekte ne kadar sağlıklı bir kaynak olduğu tartışılır. Ancak ne Zico, ne Aragones, ne de Daum üzerinde, Aykut Hoca üzerinde sağlanan fikir birliği sağlanmadı. Bu açıdan bakılınca Aykut Hoca'nın göreve getirilmesinde kamuoyu baskısının etkisi göz ardı edilemez. Bir başka deyişle, bu rakamlar taraftar ne istediyse onun yapıldığını gösteriyor. Yönetimin taraftarın sesine kulak vermedeki ölçüsü ne olmalıdır o başka bir yazı konusudur. Burada önemli olan camianın bugün beyaz dediğine olası kötü sonuçlar sonrasında siyah dememesidir. Aksi bir yaklaşım Aykut Kocaman'a duyulan güvenin içinin ne kadar boş olduğuna, onun sadece içimizden biri olduğu için bu göreve getirildiğine delil olur. Futbol bilgisi, tecrübesi ve vizyonuna güvenilerek takımın başına getirilen Aykut Kocaman'ın bu özellikleri 1 sene içinde sonuçlara bağlı olarak değişmez. Aksine Christoph Daum'a göre 3-4 yıllık Bundesliga tecrübesine bedel olan 1 yıllık Fenerbahçe kariyeri Aykut Kocaman'a çok şey katacaktır.

Neticede, 3 direk arasından geçmeyen topların camianın fikrini değiştirdiğine yakın tarihimizde fazlasıyla şahit olduk. Şimdi merak edilen Aykut Kocaman'ın gelmesi için "EVET" diyen taraftar ve yönetimin bu kararın arkasındaki kararlılıkları ve asıl devrim olan Aykut Kocaman'ın görevde kalması için gösterecekleri sabırdır.

7 Ağustos 2010 Cumartesi

Basının Yeni Hedefi


Takımın sergilediği kişiliksiz oyun yüzünden son günlerde Alex tartışması iyice körüklendi. İlla birini günah keçisi ilan edeceğiz. Peki Alex'in oyundan alınmasını, daha da önemlisi birçok yazara göre Fenerbahçe'den koparılmasını gerektiren eksikliği nedir? Diyorlar ki;

1- Alex takım savunmasını zaafiyete uğratıyor.

Halbuki Stoch ve Dia da en az Alex kadar oyunun savunma yönünde olmayan oyuncular. Santos'un kanadının hazırlık maçları dahil birçok maçta koridor olmasını sanırım sadece Santos'un tatilden göbekli dönmesine bağlayamayız. İki kanattaki oyuncunun forvet oyuncusu hüviyetinde oynadığı bir Fenerbahçe sahada olunca Alex ister istemez lüks oluyor zira orta sahada takımın defansif yükünü çekmeye başlayan ikili her kim olursa olsun iflas ediyor, ne kadar üstün meziyetlere sahip olurlarsa olsunlar iki yönlü oynama şansları çok azalıyor. Andre Santos ve Gökhan Gönül dışında defans oyuncularımızın orta sahaya yardımları, oyuna katılımları duran toplarda ileri çıkmaktan öteye geçmediği için de takımda bir dengesizlik, maç içerisinde 5 - 0 - 5 gibi dizilişlerin görüldüğü durumlar oluşabiliyor.

Stoch ve Dia'yı kadromuza katma amacımız uzun vadede 4-3-3'ün temellerini atmak olabilir. Kısa vadede ise Stoch ve Dia'nın defansif görev tanımlarının daha net bir şekilde belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerektiğinde Uğur Boral ve Deivid'in; Serhat, Mehmet Yozgatlı, Tuncay ve hatta Anelka'nın benzer rolleri üstlenmelerinin takımın hücumdaki etkinliğinden birşey götürdüğüne inanmıyorum. Götürse bile orta saha üstünlüğünün getirdiklerinin yanında değersizdir. Bonus olarak da rakibi göbekten rahatsız edecek Alex gibi bir adamdan faydalanma ihtimalin artıyor.

2- Alex ağır kalıyor.

Eğer Alex defansın arkasına koşular yapan bir santrafor veya kanat oyuncusu olsaydı ağır kalmak Alex için sorun teşkil edebilirdi. Aksine Alex bütün bu silahları en hızlı şekilde hedefe ulaştıracak ayak olduğu için bu argüman da havada kalıyor. Pasın topu ileriye taşımanın en hızlı yolu olduğu "kimse toptan hızlı koşamaz" klişesiyle sabitlenmiş bir futbol doğrusudur. Alex bu takımın hatta ülkenin en hızlı düşünen ve düşündüklerini en iyi zamanlamayla yapan pas ustasıdır. Topu en iyi koşturan adamın da hızlı oyunda yerinin olmaması abesle iştigal.

Üstüne üstlük Alex'in bu takıma golcülüğüyle yaptığı katkıyı bir başka orta saha oyuncusundan almak çok zor. Burada dikkat edilmesi gereken Alex bu takımın yıllardır öyle ya da böyle işleyen sisteminin en iyi çalışan parçası. Bugün ortada ne olduğu belli olmayan bir futbol oynandığı için Alex'i suçlu ilan etmek basiretsizliktir. Alex bu takımın hücum oyuncularının çok daha etkili olmalarını sağlayacak en önemli oyuncudur. Gol noktalarında başlı başına bir silah olmasını bir kenara bırakıyorum, Alex'in zaman geçirmeden atacağı paslarla Stoch ve Dia'nın çok daha verimli olacağını söylemek sanırım bir kehanet değil.

Diğer taraftan değerli basınımızın sürekli deşmeye çalıştığı gibi Aykut Kocaman'ın Alex'i kafasından sildiğine de inanmıyorum. Young Boys karşısında yaptığı sadece düşen orta saha direncini arttırmak için bir hamleydi. Alex tercihi de bence kabul edilebilir, çok da mantıksız değil. Alex fizik olarak hazır da olmayabilir. Bunu en iyi yine Aykut Hoca bilir. Mantıksız olan değerli basınımızın mal bulmuş mağribi gibi Aykut-Alex savaşı ve Fenerbahçe'nin Alex'siz kurtuluşu senaryoları yazmalarıdır. Ne Alex oyundan çıktı diye ona cephe alacak kadar amatör, ne de Aykut Hoca Alex gibi değerli bir futbolcuyu elinin tersiyle itecek birisi.

Sabır Herşeyin İlacı

Sezona sancılı bir giriş yaptık. Hazırlık maçlarında 6 gol atıp kalesinde 7 gol gören takımımız ilk resmi maçları için Şampiyonlar Ligi ön elemesinde Young Boys karşısına çıktı. Sportif/Teknik Direktor Aykut Kocaman'ın dahi "güzel bir kura" olarak değerlendirdiği bu eşleşmede işler hiç beklediğimiz gibi olmadı. İki maçta da kırmızı kart görerek maçları eksik tamamlayan takımımız hiçbir üstünlük kuramadığı rakibine elenerek Şampiyonlar Ligi defterini kapattı.

Gerek hazırlık maçları gerekse Young Boys maçlarında izlediğimiz Fenerbahçe'nin futbolu için türlü mazeretler sıralanabilir ancak futbolcuların formsuzluğu, transferlerin gecikmesi, sakatlık gibi bireysel sebeplerin bu kadar vahim bir tablo ortaya çıkarmaması gerekir. Bence ne yaptığını bilmeyen takım görüntüsünün en büyük sorumlusu fiziksel olarak hazır olmayan bir takımla yapılmaya çalışılan zamansız tarz değişikliği denemesidir.

Olur olmaz yerde futbolculara ruhsuz yakıştırması yapmak yerine bu futbolcuların neden bu kadar çabuk yorulduklarını sorgulamakta fayda var. Bunun geçici bir durum olması en büyük dileğim.

Taktik olarak bakılırsa aslında Aykut Hoca'nın nasıl bir dönüşüm istediğini tam olarak anlamış değilim, ya da takımı izlerken Aykut Hoca'nın söylediklerini yapmaya çalışan bir takım göremedim. Sürekli dikine oynayan hızlı oyun anlayışı kulağa hoş gelse de bunun teknik direktörün tek bir direktifiyle yapılamayacağı açık. Olsa hücumcu bildiğimiz Daum bunu seve seve yapardı. Eldeki malzemeyle yapmaya kalktığında geçen sene ikinci devrenin başında nasıl puanlar kaybettiğimizi gördük. Şimdi kimse o maçları "ama çok iyi oynamıştık" diye hatırlamıyor. Takımda topla haşır neşir olmayan bir sürü futbolcu varken, oyunun merkezini ileriye taşıyıp, topa sahip olup onu hızlı bir şekilde gol bölgelerine nasıl taşıyacağımızı çok merak ediyorum. Bunun için zaman ve sabırdan fazlasına ihtiyacımız var gibi geliyor bana.

Takımın oyunu, futbolcuların fiziksel durumu o kadar kötü ki birçok futbolcu bu tabloda olduğundan da kötü gözüküyor. Bu nedenle futbolcuları değerlendirirken bu tablo yanlış yönlendirebilir. Takımın oyun tarzını oturtmakta ciddi sorunlarımız var. Bunun için de ciddi bir zamana ihtiyacımız olacak. Bu sürenin 1 yılı bulması da şaşırtıcı olmaz. Yeni transferler, orta sahaya katılacak teknik kapasitesi yüksek Özer, Topuz gibi oyuncular bu süreci kısaltabilir ancak yine de bu sezondan beklentileri düşürmenin bünyelere ilaç gibi geleceğini düşünüyorum.

1 Ağustos 2010 Pazar

Son Kurşun


Aykut Kocaman, Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe birlikteliği için karamsar tablolar çizmek için bundan iyi zaman bulamazsınız. Bir dönemin sonunun geldiğini işaret eden bu tabloların aksine ufuktaki iki olumlu senaryodan bahsetmek bir Fenerbahçeli olarak bana daha cazip geliyor. Ancak bunların ilki cidden rüya gibi. Sezona rüya gibi bir başlangıç yapılacak ya da iyi başlangıç yapılmasa da sonradan açılıp art arda gelen kupalar ile Aykut Kocaman Fenerbahçe'de teknik direktör olarak da efsane olacak.

İkincisi ise Aykut Kocaman, takım sezonu kaçıncı bitirirse bitirsin görevine devam edecek, öncelikle son dönemde şampiyon olamadığı halde görevde kalan ilk teknik direktör olacak, ardından da ikinci yılında istediği futbolu oynatarak şampiyonluğu kucaklayacak. Atılacak bu son kurşun birçok alanda çığır açan bir yönetim anlayışının 14 yıllık bir dönemde teknik direktör istikrarı adına atacağı en somut ve cesur adım olacaktır. Bunu yapmaya "kamuoyunun takdiri" izin verir mi veya Aykut Kocaman klasik yerli teknik direktör tavrıyla yönetimin ekmeğine yağ sürer mi bilemem, ama bildiğim birşey var o da bıçak sırtındayız.

Ne diyelim, Aziz Yıldırım'ın görevdeki 14'üncü yılına son 5 yılda 5 teknik direktörle çalışan başkan ünvanıyla girmemesini diliyorum. Sanıyorum bu tespit bile sonuç ne olursa olsun Aykut'ta ısrar edilmesi için başlı başına bir baskı unsurudur. Zira en ciddi söylemlerinden biri istikrar olan bir yönetimin bu çelişkiyi izah edebilmesi başlı başına bir rüya gibi gözüküyor.

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Sezon Başı Lakırtıları


Kadromuzda şu anda 9 yabancı futbolcu yer alıyor. (Andre Santos, Lugano, Bilica, Cristian, Alex, Deivid, Güiza, Dia, Stoch) Aykut Kocaman kampta yaptığı toplantılarda ileri uca bir yabancı transferi yapılacağını defalarca belirtti. Ayrıca kamp sonrası bazı futbolcularla yollarımızı ayırabileceğimizi de ekledi. Son olarak Başkan Aziz Yıldırım'ın Fenerbahçe Dergisi'ndeki açıklamasında 1 ya da 2 yabancı transferinin gündemde olduğunu söylemesi mevcut yabancı kadrosundan bir yabancının gönderilebileceği anlamına geliyor.

Gönderilecek yabancı için en büyük adayın Güiza olduğu açık; satılacak mı, takasta mı kullanılacak ya da elden çıkarabilecek miyiz orası muamma. Eldeki forvetlerin performansı iç açıcı olmasa da kimsenin Güiza'yı takımda tutmaya gönlü yok. Ancak Güiza gitse de gitmese de eldeki yerli kadro ve yabancı kontenjanı, oyuncu tercihlerinde radikal değişiklikler ve özellikle Türkiye liginde bazı zorunlu tercihler ortaya çıkarabilir.

Öncelikle Aykut Kocaman'ın açıklamalarından Alex'in de yer aldığı mevcut 4-2-3-1 dizilişinde en azından ilk zamanlarda radikal bir değişikliğe gidilmeyeceğini anlıyoruz. Aykut Hoca'nın Alex'in üzerindeki yükü alma işini zamana yaymak ve başarabilirse de önümüzdeki yıllarda Alex olmadan da yaratıcı olabilen bir takım oluşturmak niyetinde olduğunu söyleyebiliriz.

Volkan

Gökhan---Lugano---???---Santos

???------Emre

???----------Alex--------Stoch

Yabancı

Yukarıdaki diziliş ilk zamanlarda tercih edeceğimiz Alex'in de yer aldığı ideal 11'imiz. Saha içinde 6 yabancı oyuncuya izin verilen Türkiye Ligi için bir sorun ortaya çıkıyor. O da bu dizilişte soru işareti olan 3 yerde sadece 1 yabancı oyuncu kullanılacağı için burun kıvrılan tercihlerin olma ihtimali. Bu bir yandan bu üç pozisyon için ideal oyuncuları bulamadığımızı ancak diğer taraftan bu mevkiler için ciddi bir rekabetin olacağını gösteriyor. Kadromuzda adı doğrudan tahtaya yazılan sadece 3 Türk futbolcunun bulunuyor olması ise yerli oyuncu kadrosunun kalitesine ışık tutuyor.

Tekrar bu 3 pozisyona dönersek; Cristian, Dia ve Bilica, bir fikir birliği olmasa da bu mevkilerin 1 numaralı oyuncuları. İşte bu üçlüden sadece biri ligde ilk 11'de forma şansı bulacak. Orta sahada Selçuk veya Mehmet; sağ kanatta Kazım, Özer ya da Mehmet; stoperde ise Önder, Bekir veya İlhan'ın kendilerini göstermek için ellerinde çok ciddi bir fırsat var.

Aykut Hoca'nın stoperde Bilica'dan alabileceği katkıyı Önder'in sertlik, Bekir'in de teknik açıdan vermesi zor gözüküyor. İlhan'ın teknik açıdan methini çok duysak da Gençlerbirliği formasıyla ve hazırlık maçlarında bıraktığı intiba Bilica'yı bana göre tartışmasız savunmanın 1 numaralı adamı yapıyor. Aykut Hoca yerli rotasyondan Lugano'yla uyumlu bir partner çıkaramazsa Bilica Aykut Hoca'nın stoperdeki vazgeçilmezlerinden biri olmaya aday.

Cristian, Young Boys maçındaki silik performansıyla gözden düşmüş gibi gözükse de top hakimiyeti ve pas isabeti nedeniyle bence Aykut Hoca'nın Selçuk'tan önceki tercihi olur. Ayrıca bu bölgede sakatlığı süren Mehmet iyileşir ve form tutarsa defansif açıdan soru işaretlerini beraberinde getirse de yerli bir alternatif olabilir. Dia'yı izlemeden sağ kanat hakkında yorum yapmak doğru olmaz ancak yine de Kazım'ın Türk pasaportu, Mehmet veya Özer'in defansif oyuna yatkınlıkları sağ kanattaki Türk rotasyonunun en büyük avantajları olacak.

Diğer taraftan sonuçlarıyla Aykut Kocaman'ı rezil ya da vezir edebilecek bir diziliş olan 4-3-3 yabancı kontenjanı kaynaklı tercih tartışmalarını azaltabilir. Ancak o da Alex'i 11 dışında bıraktığı için başlı başına bir tartışma konusu olacaktır.

Volkan

Gökhan---Lugano---Bilica---Santos

Mehmet---Özer---Emre

Dia----Yabancı----Stoch

Bu kadronun bana göre en büyük soru işareti aslında Alex'in yokluğu. Mehmet-Özer-Emre üçlüsü Türkiye standartlarında Busquets-Xavi-Iniesta gibi gözükseler de takım ne zaman Aykut Kocaman'ın hedeflediği topa hakim, rakibi top peşinde koşturan bir takım halini alır bilemiyoruz. Bu üçlü topun peşinden koşmaya başlarsa gözler gol noktalarında Alex'i, orta sahada da Cristian'ı ve Selçuk'u aramaya başlar.

Kağıt üzerinde Aykut Kocaman'ın 4-3-3'ü heyecan verici gözükse de bu sistemi sadece futbolcuların yerlerini değiştirerek oynamayacağız. Takımın en sağlam halkası Lugano'nun teknik yetersizlikleri nedeniyle en zayıf halka halini alabileceği köklü bir değişimden bahsediyoruz. Bu nedenle takımın son 5 yıldaki golcüsü, halen takımın en güvenilir gol ayağı olan Alex'in bu sezon da tahtaya adı yazılan ilk oyuncu olması garip karşılanmamalı. Bu dönüşümde sabırsız olmak, zaten sancılı geçmesi muhtemel bir dönemi daha da çekilmez bir hale sokabilir.

Özetle, soru işaretlerini dağıtmak kolay olmayacak. Sezon boyunca oyuncu tercihleri en büyük tartışma konusu olacak. Geçmişten dersler çıkarmak gerektiği gibi takımın birçok eksikle çıktığı ve 10 kişi kaldığı Young Boys maçındaki performansı nedeniyle karalar bağlamamak gerekir.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Aykut Kocaman'ın gelişi devrim midir?


Aziz Yıldırım'ın önce 19 Mayıs'taki basın toplantısında, sonra da 27 Mayıs'taki Düzce tesisleri temel atma töreninde Fenerbahçe futbol takımının geçen sene başarılı olduğunu söylemesinin üzerinden çok fazla zaman geçmedi. Ancak takımın teknik kadrosu kısa sürede tamamen değişti. Başkan iki açıklamasında da "bence" ifadesini ısrarla kullanıyor. Akabinde Haziran ayının ilk yarısında ne olduysa oluyor. İstanbul'a çağrılan Christoph Daum'un yönetimle yaptığı toplantının ardından "sözleşmeyle belirlenmiş çerçevede" görevini sürdüreceğinin açıklanması; basın açıklamasının detaylarına bakınca bunun bir inatlaşmadan ibaret olduğunun anlaşılması, Alman hocayla uzun pazarlıklar sonucu yolların ayrılması, Aykut Kocaman'ın sahaya inmesi ve son olarak yönetimin Daum'un başarısızlığının kamuoyu tarafından onaylandığını iddia ederek kendisini haklı çıkarması geride kalan iki ayın özeti gibi gözüküyor.

İki ay önce Aziz Yıldırım'ın yaptığı açıklamalarla ve son olarak yayınlanan "Fenerbahçe Spor Kulübü" imzalı basın açıklamasının taban tabana zıt olması Fenerbahçe'de kararların camianın nabzına göre şekillendiğini gösteriyor. Bence bu açıklamalardan çıkartılabilecek biri olumlu diğeri olumsuz iki çarpıcı sonuç var. Mayıs sonuna kadar kulüp başkanı tarafından başarılı kabul edilen bir takımın teknik adamı başkanın muhafazakar söylemlerinin aksine tazminat ödenerek görevden alınıyor. Bu, Aziz Yıldırım'a yapışmış "astığım astık, kestiğim kestik" üslup ile çelişen, kulüp içi demokrasi ve camianın sesine kulak veren yönetim anlayışının delili sayılabilecek bir durumdur. Bir insanın düşüncesinin 1 ayda tamamen tersine dönmeyeceğini varsayarsak, bu işin olumlu tarafı.

Olumsuz tarafı ise yönetimin camianın nabzına göre karar verip, en risksiz adımları atması, suya sabuna dokunmamasıdır. Türkiye'de rüzgarın yönünü belirleyenlerin başında medyanın geldiğini kabul edersek yönetim anlayışının buna dayanmasındaki sakıncalar daha net bir biçimde ortaya çıkıyor. Zamanında Terim rüzgarıyla Löw'ün gönderilip Rıdvan'ın göreve getirilmesi, takımı iyi çalıştırmayan Mustafa Denizli'nin sezon ortasında gönderilip yerine disiplinli Lorant'ın getirilmesi, rahat Zico'nun yerine disiplinli Aragones, umursamaz Aragones yerine eski dost Daum; eski dost, yeni paragöz Alman Daum'un yerine içimizden biri, "git deyince giden" Aykut Kocaman'ın getirilmesi bu yönetim anlayışının bir gelenek haline geldiğini gösteriyor. Kocaman'ın göreve gelmesinde Ertuğrul Sağlam'ın Bursaspor ile elde ettiği şampiyonluğun ardından ivme kazanan milliyetçi akımın etkileri de göz ardı edilemez. Yönetimin bu zaafı camiaya ve taraftara büyük bir sorumluluk yüklüyor. Zira bu yönetim doğru veya yanlış camianın sesine kulak veriyor.

12 yıllık başkanlık tecrübesine rağmen Aziz Yıldırım ve yönetimlerinin özellikle futbol takımı söz konusu olunca icraata dökemediği en güçlü söylem "istikrar" olmuştur. Bu anlayışın Aykut Kocaman döneminde devam edeceğinin garantisi olmasa da, 12 yılın bıraktığı intiba endişelenmek için yeterli. Diğer taraftan Rıdvan ve Mustafa Denizli gibi iki Türk teknik direktörle sezon açmış olan Fenerbahçe için yeni bir Türk ile çalışmayı "devrim" olarak dillendirmek de çok doğru değil. Zira son 12 yılı göz önüne alacak olursak Fenerbahçe'de "Devrim" bir teknik direktörün gelmesi değil, gitmemesiyle olur. Önümüzdeki dönemin devrim niteliğinde olup olmayacağını da camia ve yönetimin Aykut Kocaman'a kötü günde vereceği samimi destek gösterecektir.

8 Temmuz 2010 Perşembe

Barcelona olmadan asla!

Euroleague kuraları çekildi. Tıpkı geçen sezon olduğu gibi Barcelona ve Siena'nın grubuna düştük. Siena ve Barcelona'nın gücünden ziyade son iki torbadan gelen takımların çantada keklik olmaması C grubunu zorlu bir grup haline getirebilir. Zira seri başı takım bütün maçları kazanacak kadar güçlü olduğu sürece bir rahatsızlık vermiyor. Diğer taraftan Erman Kunter'in çalıştırdığı Fransa şampiyonu Cholet Basket ve her zaman tehlikeli bir takım olan Cibona son iki torbadan çekilebilecek en güçlü iki takım bana göre.

Bu tabloya göre zorlu bir Euroleague grubu bizi bekliyor. Özellikle idari ve teknik kadrosu yenilenen, birçok yeni oyuncusu olan bir takım olduğumuz için sezon başında göstereceğimiz uyum en büyük soru işareti. Şimdiye kadar atılan adımlar ise takımın geçen sezon olduğundan çok daha dengeli olacağını gösteriyor. Bu grupta Cholet Basket ve Cibona deplasmanlarından galibiyet çıkarmak belki kolay olmayacaktır ama Barcelona ve Siena gibi takımlara en azından Abdi İpekçi'de diş geçirebilecek sertliğe ulaşmamız uzak bir ihtimal gibi gözükmüyor.

Regal FC Barcelona (İspanya)
Montepaschi Siena (İtalya)
Lietuvos Rytas (Litvanya)
Fenerbahçe Ülker
KK Cibona Zagreb (Hırvatistan)
Cholet Basket (Fransa)

Taraftarlar açısından Aydın Örs'ün Fenerbahçe basketbol tribünleri için önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu ispatlamak için bundan iyi bir zaman düşünemiyorum. Umarım atılan bunca olumlu adımdan sonra uyuşukluğumuz son bulur. Aydın Örs'ün teknik kadroda değil de idari kadroda yer alması, son 5 sezonda 4'üncü kez Barcelona'yla eşleşiyor olmanın verdiği can sıkıntısı gibi yeni mazeretlere de kapımız açık tabi.

Foto: euroleague.net

29 Haziran 2010 Salı

Merakla beklenen sezon... 2010-2011...

Hayırlı olsun diyerek başlayalım.

Kaçan şampiyonluğun ardından Daum'la yolların trajikomik bir şekilde ayrılması, Aykut Kocaman'ın gelecekte oturmasını beklediğimiz koltuğa beklentilerden bir süre erken oturmasını beraberinde getirdi. Dilerim Sayın Başkan'ın basın toplantısında söylediği gibi, Kocaman'ın teknik direktörlüğü ile Fenerbahçemizde yeni bir çığır açılır. Temennimiz Başkan'ın dile getirdiği bu güzel dileklerin gerçekleşmesi yönünde.

Takımı ve oyun anlayışımızı silbaştan yapmanın takımdan götüreceklerinin farkında olduğunu düşündüğüm Kocaman'ın, Daum'un kazandırdıklarının üstüne koyarak yola devam etmesi hem kendisine, hem de Fenerbahçe'ye kazandıracaktır.

Aykut Kocaman'la anlaşılmasının ardından, Aykut hocanın yardımcılıklarını eski sağ bekimiz Arap İsmail yani İsmail Kartal ile Aykut Kocaman'ın İstanbulspor'da oynadığı dönemde İstanbulspor'un kalecisi olan Fahrudin Ömeroviç'in yapacakları da açıklandı.

Geçtiğimiz sene Ertuğrul Sağlam'ın Bursaspor'un başında elde ettiği başarının da etkisiyle alınan bu önemli yerli teknik kadro kararının olumlu veya olumsuz sonuçları; başkanlığı döneminde, Rıdvan ve Oğuz'la yaşanan kötü dönemlerin ardından, şimdi de efsane üçlüden Aykut'a da şans vermiş olan Başkan Aziz Yıldırım'ın başkanlığının Fenerbahçe taraftarları tarafından değerlendirilmesinde önemli bir rol oynayacaktır.

Fenerbahçemizin geleceği kendisine emanet edilen Aykut hocaya başarılar diliyorum.

Ve elbette bol şans...

Rıdvan, Oğuz, Aykut ve Arap İsmail aynı karede...

13 Haziran 2010 Pazar

İstikrar Teğet Geçmesin

Son haftada kaybedilen şampiyonluktan sonra gözler teknik direktör konusunda verilecek karara çevrilmişti. Zira şampiyon olamayan teknik direktör ile yolları ayırmak Fenerbahçe'nin yazılı olmayan bir kuralı gibi işledi bugüne kadar. Fenerbahçe tarihinin en uzun süre başkanlık yapan isimlerinden biri olan Aziz Yıldırım'ın son haftada kaybedilen ikinci şampiyonluktan sonra da bu kuralı yine işletip işletmeyeceği merakla bekleniyor.

Büyük resme bakıldığında Fenerbahçe tarihinde istikrar vurgusunun en güçlü yapıldığı dönemdeyiz. Ancak bu çabanın en azından futbol şubesi için söylemlerin ötesine geçtiğini söylemek kolay değil. Futbol şubesinin son dört sezonda dört farklı teknik direktörle çalışma ihtimalinin güçlü bir şekilde dillendirilmesi bile istikrar savunucusu bir yönetimi rahatsız etmeli.

Trabzonspor maçının üzerinden tam bir ay geçti. Fenerbahçe'nin sözleşmeli teknik direktörü Christoph Daum'un akıbetiyle ilgili sağlıklı bir bilgi almak mümkün değil. Futbolcular ondan "eski teknik direktörümüz" diye bahsediyor, yeni transferimiz Aykut Kocaman'ı "takımın eski sportif direktörü yeni teknik direktör" olarak tanıtıyor. Ancak Daum'un sözleşmesine son verileceği yönündeki söylentiler karşısında yönetim cephesinin süren sessizliği, bilgi kirliliği içerisinde zararlı tartışmalara yol açıyor.

Diğer taraftan, Ertuğrul Sağlam'ın Bursaspor'da kısıtlı imkanlarla lig şampiyonluğuna ulaşmasının ardından ortalığı kasıp kavuran Türk ve genç teknik adamlarla çalışma heyecanı yönetimimizi de etkilemişe benziyor. Ancak bu karşısında durulamayacak bir rüzgâr değil. Sezonu Fenerbahçe'nin 103 gollük rekorunu kırarak şampiyon olma iddiasıyla açan ancak 34'üncü hafta sonunda sadece 61 golle 10 puan arkamızda kalan Galatasaray'ın Rijkaard ile yola devam etmesi bunun en yakın örneğidir. Fenerbahçe cephesinde ise ağızları bıçak açmıyor. Camia da ister istemez takımın müstakbel teknik direktörü Aykut Kocaman'a kendisini hazırlıyor.

Aykut Kocaman'ın teknik direktörlüğe getirilmesi geçen sezon büyük umutlarla öne sürülen Futbol Direktörü makamını ve şube istikrarını da tehdit ediyor. Aykut'un hem görevini sürdüreceği hem de teknik direktör olacağı söylentileri aslında Türk futbolunda çığır açabilecek bir hamlenin 1 yıllık deneme süresinin ardından rafa kaldırılması anlamına geliyor. Bence geçen sezonun dibe vurmuş hastalıklı kadrosunun tedavisinde ve sezon içinde yaşadığımız onca sıkıntıya rağmen yarıştan kopmamamızda Daum ve Aykut'un birlikte çalışmalarının payı büyüktü. Daum gibi Türkiye şartlarına alışkın bir teknik adamın sezon sonunda yaptığı açıklamada Bundesliga'da 4 sezon geçirmiş gibi yorulduğunu söylemesi bile olası bir görev değişimi halinde Aykut Kocaman'ı ne kadar ağır bir yükün beklediğini gösteriyor.

Malatyaspor'un başındayken bile taraftarların yönetim için yaptıkları istifa çağrılarını kendi istifasıyla susturacak kadar duygusal bir yapıya sahip olan, Aziz Yıldırım'a "ben biraz düşüneyim" diyemeyecek kadar romantik bir Fenerbahçeli'nin ipi kuyuya inmek için ne kadar tekindir, tartışılır. Zira benzer bir tabloyu Löw'ün ardından "Fenerbahçe'nin Fatih Terim'i" sözleriyle göreve gelip ilk Avrupa sınavında MTK'ya elenince ısrarlara rağmen istifa eden Rıdvan'da yaşadık. Son 20 yılın en kötü sezonlarından birisi 3 farklı teknik direktör ile tamamlandı. Bu sezondan sonra Aziz Yıldırım alternatifsiz kadrosunda yaşanan sakatlıklar nedeniyle sezon sonunu getiremeyen Löw ile yolları ayırmakla en büyük hatasını yaptığını itiraf ediyordu. Bugün yaşananları da göz önüne getirince Aziz Yıldırım dönemi kendi içinde tekrar eden bir tarih gibi görünüyor.

Tıpkı son anketimizdeki eşitlik gibi, camia içinde de azımsanmayacak bir kesim futbol şubesinde istikrar söyleminin sözde kalmasından rahatsızlık duyuyor ve aradan 12 yıl geçmiş olsa da artık bir yerden başlanması gerektiğini düşünüyorlar. Aziz Yıldırım'ın dönüp dolaşıp ikinci kez başvurduğu bir isim olan Christoph Daum Fenerbahçe'de görev yaptığı 4 sezonda da Fenerbahçe'yi yarışmacı kimliğine yaraşır bir şekilde çalıştırarak finallerin takımı haline getirdi. Bu yeni dönemde de kendi takımını kurmasına izin verilirse neler yapabileceğini biliyoruz. Ancak geçen 1 aylık sürede takınılan tavır Daum ihtimalini zayıflatıyor. Gönül ister ki, Aykut Kocaman yetkilerini kullanarak Daum ile göreve devam etme kararı alsın, hem Daum'a sağlıklı bir çalışma ortamı sağlasın, hem Fenerbahçe'nin yıllardır zarar veren istikrarsızlık ezberini Futbol Direktörlüğü makamının da değerini yükselterek bozsun, hem de kulübü gereksiz tazminat yükünden kurtarsın. Ancak ne olursa olsun, inşallah verilecek karar Fenerbahçe için tarihteki kötü örneklerin tekerrür etmediği bir dönem ve zaferler getirir.

3 Haziran 2010 Perşembe

1 Haziran 2010 Salı

Tribüne Yabancıyı Kim İstedi?


Futbol Federasyonu 6+2 olan yabancı kontenjanının 6+2+2 olmasına karar verdi. Bir başka deyişle tribüne iki tane transfer hakkı çıktı. Yapılan açıklamada bu kararın hangi gerekçeyle kabul edildiği yönünde bilgi verilmiyor. Fenerbahçe'nin yabancı sınırlamasının kaldırılması yönünde 3-4 yıl önce yaptığı başvurudan bu yana hiçbir kulüp yabancı kontenjanı konusunu gündeme dahi getirmemişti. Herhangi bir açıklama yapılmayınca da "Durup dururken tribünde oturacak oyuncu sayısının arttırılmasını gerektirecek ne oldu?" sorusu akıllara geliyor.

En mantıklı açıklama elinde patlayan yabancılardan dolayı transfer yapamaz hale gelen Beşiktaş'ın bu dönemde elinin güçlendirilmesi oluyor. Bu federasyonun Hasan Doğan ile birlikte Şubat 2008'de göreve başladığını farz edersek, bu kararı almak için üç sezon beklenmesi de bu ihtimali güçlendiriyor. Eğer bu karar başından beri federasyonun ajandası bulunuyorsa neden şimdiye kadar beklendiğine açıklık getirilmesi futbol yönetiminin şeffaflığı açısından faydalı olacaktır. Zira önceki dönemlerde yabancı kontenjanının zırt pırt değişmesine alışmış olan futbol kamuoyu bundan 2 yıl önce alınacak benzer bir kararı garip karşılamayacaktı.

Eğer bu karar futbol federasyonunun 3 yıllık tecrübesiyle şekillendiyse bu da Türkiye'de futbol yönetimine talip olanların futbol kamuoyunun en ciddi sorunlarıyla ilgili hiçbir fikir sahibi olmadan yola çıktıklarını gösterir ki, bu da başlı başına vahim bir durumdur.

Neticede bir karar verilmiş. 2 yıl içerisinde yeni bir karar verileceğini, eninde sonunda da yabancı sayısının serbest bırakılacağını tahmin etsem de, umarım günlük endişelerle alınmış bu karar Türk Futbolu için hayırlı olur.

Akıl Tutulması

İsrail Gazze'de sınırı çoktan aşmış olmasına rağmen uluslararası kamuoyunu yalanlarla kandırarak hiçbir ciddi tepki görmeden bugünlere kadar geldi, ancak son giriştikleri kanlı eylemle adeta baltayı taşa vurdu. Suç olduğu ayan beyan ortada olan ve en az 10 kişinin ölümüyle sonuçlanan bir olaya girişebilmek ya akıl tutulması ya da bile bile dünyaya kafa tutmakla açıklanabilir. Bana kalırsa aldıkları ahlar onları böyle aptalca bir hatanın içine itti ve adeta Allah Netanyahu hükümetini İsrail'in başına bela olarak sardı.

Diğer taraftan, bu eylem İsrail dışında herhangi bir Ortadoğu ülkesi tarafından gerçekleştirilmiş olsaydı bunun bedeli çoktan ödenmeye başlamıştı. Bu açıdan bakıldığında İsrail halen kayırılmaya devam ediyor zira İsrail'in her hareketini doğru kabul etmeye programlanmış ülkelerin görüşlerinin bir günde değişmesi beklenemez. Ancak umarım İsrail yönetiminin Siyonist yönetim anlayışına Türkiye'nin sesini neden yükselttiğine, Ortadoğu'da istikrarı kimlerin baltaladığına, Amerikan nefretinin temelinde hangi şımarık ülkeye aktarılan milyarlarca dolar ve verilen koşulsuz desteğin yattığına, bu elim hadisenin ardından başta Amerika olmak üzere bütün dünya anlam vermeye başlamıştır.

Çarşamba günü Abdi İpekçi'de salonun gündemine şehitlerimiz ve İsrail'in insanlık dışı politikaları da şüphesiz gelecektir. Mavi Marmara'da canlarını ve sağlıklarını verenler kadar olmasa da sesimizi yükselterek veya dualarla bunda katkımız olursa ne mutlu bize. İnşallah bu süreç orta doğuda barış ve Filistin'in özgürlüğüne vesile olur.

28 Mayıs 2010 Cuma

27 Mayıs 2010 Perşembe

Şuurlu Şuursuzluk


Trabzonspor maçından sonra tribünlerin ateşe verildiği olaylardan sorumlu oldukları iddiasıyla göz altına alınan 12 taraftardan 7'si tutuklanmış. Henüz bir yargı kararı çıkmadığı için kimseyi suçlu kabul edemeyiz. Ancak bu 7 kişiden bağımsız olarak, 16 Mayıs 2010'u çok daha büyük bir faciaya dönüştürebilecek olayların müsebbibi olan, her kimse, kesinlikle cezasız kalmamalıdır.

Yaşananlar ne kadar dramatik olursa olsun, birşeyleri bilinçli bir şekilde ateşe vererek üzülmek akla mantığa sığan bir davranış değil. Üstelik yakılan, Fenerbahçeliler'in mabediyse bu eyleme "Fenerbahçeli" olarak girişenlerin ya aklından ya da iyi niyetinden şüphe edilir. Koltukların üzerine serilen pankartların veya koltukların altına itinayla sıkıştırılan gazete parçalarının ateşe verilmesiyle gerçekleşen bir eylemin hiçbir mantıklı gerekçesi olamaz; ne kayıp, ne anons, ne de üzüntü.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Blog Widget by LinkWithin