31 Aralık 2009 Perşembe

Mutlu Yıllar

2010

Ukic Fenerbahçe'ye mi?

Roko Ukic vs. Ömer Aşık
İlk kez dün akşam saatlerinde Marko'nun Yeri'nden duyuruldu Hırvat basınında çıkan haberler. Daha önce Toronto bu sezon da Milwaukee formalarıyla NBA'de aradığını bulamayan Roko-Leni Ukic'in en azından sezon sonuna kadar Fenerbahçe Ülker forması giymesi gündemde. 

Tanjevic'in Beşiktaş maçından sonra yaptığı "Biz aslında transfer yapmaya hazırız. Ancak bu oyuncunun elimizdeki isimlerle aynı seviyede olması yada daha iyi olması gerekiyor. Şu an transfer konusunda en iyiyi kadromuza katmak için çalışıyoruz." açıklamasıyla uyumlu, NBA'de aradığını bulamamış bir oyuncuyu kadromuza katmak üzereyiz. Henüz resmi bir açıklama gelmedi ancak tam bir oyun kurucu olmayan as oyun kurucumuz Greer'in sakatlandığı bir dönemde bu takviye ilaç gibi gelebilir.

Dragan Lukovski'den bu yana takımı oynatmaya dönük Avrupalı bir oyun kurucumuzun olmaması da ilginç bir not. Son 10 yılın ilk yarısında Mrsic, ikinci yarısında da Mrsic'in yanında Solomon gibi takımı taşıyan skorer isimlerin liderliğinde ne kadar eleştirilse de aslında epey parlak bir dönem geçiren Fenerbahçemiz'de Ukiç'in takımın karakterinde ne gibi değişiklikler yapacağı merak konusu.

Son olarak Eurobasket 2009'da 5'inci olarak Türkiye'de düzenlenecek Dünya Basketbol Şampiyonası vizesini alan Hırvatistan Milli takımının en çok göze batan oyuncularından olan Roko Ukic Tau Ceramica, Barcelona ve Roma formalarını giydiği Avrupa serüveninin ardından NBA'e Toronto formasıyla giriş yaptı. Aynı sezon Toronto Raptors'un oyun kurucu rotasyonunda Fenerbahçe'yi bırakıp NBA'e dönen Solomon'un önüne geçerek dikkatleri çekti. 2009-10'da geçtiği Milwaukee'de aradığı şansı bulamayınca kulüpler bazında kendisini çok da fazla ispatlama şansı bulamadığı Avrupa'ya dönüş hazırlığında olması şaşırtıcı değil. Zira takımının son üç haftada çıktığı 8 karşılaşmada da forma şansı bulamamış.

2005'te Split'ten ayrıldıktan sonra iyi transferler yapsa da belki de basamakları hızla çıkma sevdasıyla hiçbir yerde dikiş tutturamamış olması kariyerindeki en büyük soru işareti. Barcelona ve Roma formalarıyla bize karşı ikişer maça da çıkmış aslında. Anlaşılan Barcelona da Lakovic'in arkasında pek kendini belli edememiş, Roma maçlarında da içeride dışarıda ezmenin verdiği hazla gözden kaçırmışım. Umarım Fenerbahçe Ülker bu soru işaretini ortadan kaldırmak için her iki tarafa da sınıf atlatacak bir durak olur.

Hoşgeldin 2010

25 Aralık 2009 Cuma

UEFA Avrupa Ligi Son 32 ve Son 16 Eşleşmeleri

UEFA.com'un http://www.uefa.com/multimediafiles/download/competitions/uefacup/93/71/99/937199_download.pdf adresindeki dokümandan da görülebileceği gibi Round of 32'de rakibimiz LOSC Lille Métropole (FRA) oldu. Lille'ı geçtiğimiz takdirde eşleşeceğimiz takım ise Liverpool FC-AFC Unirea Urziceni eşleşmesinden tur atlayan takım olacak. Büyük ihtimalle bu takım Liverpool diyebiliriz.

Bu turlardaki karşılaşmaların tarihleri ise şöyle:
2009/10 UEFA EUROPA LEAGUE
Son 32:
İlk maç -Perşembe - 20.00 TSİ 18 Şubat 2010, LOSC Lille Métropole - Fenerbahçe SK
İkinci maç -Perşembe - 22.05 TSİ 25 Şubat 2010, Fenerbahçe SK - LOSC Lille Métropole

Son 16:
11 Mart 2010, LOSC Lille Métropole veya Fenerbahçe SK - Liverpool FC veya AFC Unirea Urziceni
18 Mart 2010, Liverpool FC veya AFC Unirea Urziceni - LOSC Lille Métropole veya Fenerbahçe SK

Buna göre Lille'i elediğimiz takdirde 11 Mart'ta Liverpool'u Kadıköy'de ağırlayacak, 18 Mart'ta da İngiltere'ye gideceğiz. Bu turdaki karşılaşmaların saatleri ise 26 Şubat'ta belli olacak.

Çeyrek finale giden yolda Fenerbahçemize başarılar diliyoruz.

Tribünden Fotoğraflar (FB 3-0 Altay)

17 Aralık 2009 Perşembe

Imkansiz

Sheriff macina saatler kaldi. Grupta is bitmis. Haftasonu da onemli bir maca cikacaksin. Basin toplantisindaki sorular da dogal olarak kadroyla ilgili.

Sahaya genclerle ciksan Avrupa'yi onemsemeyen adam olursun; tam kadro ciksan yedekler ve gencleri kulubede curuten.

Simdi bir de Roberto Carlos eklendi. Oynatsan akli Brezilya'da olan adami oynattigin icin; oynatmasan vefasiz oldugun icin elestirilirsin.

Temiz tarafi olmayan bir degnek iste...

4 Aralık 2009 Cuma

Evde Gurbet

Aşağıda Fenerbahçe ve rastgele seçilmiş 5 takımın Euroleague'de iç saha ve deplasman performanslarını veren kazanma yüzdelerini görüyorsunuz. Bu çalışmada 2007-08 ve 2008-09 sezonları ve 2009-10 sezonunun geride kalan 6 maçlık döneminde takımların normal sezon ve oynanmışsa Top 16 gruplarında yaptıkları maçlar göz önünde bulundurulmuştur.


Deplasman performansı özellikle uzun döneme yayılınca takımın gerçek gücünü gösteren bir veri olarak algılanabilir. Zira deplasman yüzdeleri saha avantajı olmadan takımın hangi seviyeye çıkabildiğini gösteriyor. Buradan hareketle Barcelona deplasmanındaki farklı mağlubiyete rağmen Fenerbahçe'nin %43'lük deplasman yüzdesiyle Partizan, Cibona ve Unicaja'dan daha istikrarlı bir takım görüntüsü çizdiğini söyleyebiliriz.

Dış saha yüzdesinin iç sahakinden daha iyi olması deplasmanlı ligin doğasına aykırı bir durum. Fenerbahçe'nin iç saha galibiyet oranının deplasmandakinden sadece %5 daha iyi olması ise aslında yıllardır dile getirilen bir sorunun sayılara yansımasıdır. Özeti de şudur, Fenerbahçe taraftarının basketbol takımına hiçbir faydası yoktur.

Görüldüğü gibi diğer takımların kendi sahalarındaki kazanma yüzdeleri deplasmandakilerden en az yüzde 50 daha fazla. Partizan ve Cibona gibi daha düşük bütçelerle yola çıkan takımlar ise kendi evlerinde boylarından çok daha büyük işler yapabiliyorlar. Partizan dışarıda %28 ile oynarken evinde %175 artışla Maccabi'yi de sollayıp %77'yi bulabiliyor. Deplasmanda ancak 6 maçta 1 kazanabilen Cibona bizden daha başarılı bir iç saha performansına sahip. Siena'yı İtalya'da ancak 10 maçta bir Barcelona gibi bir takım mağlup edebiliyor. Bizde ise imrenilecek deplasman performansının yanında evinde bazen deplasmanı bile aratan bir tablo var.

İlginç bir not daha, Partizan ile 2007-08'de, Cibona ile 2008-09'da yaptığımız maçlarda rakiplerimizi deplasmanda mağlup etmeyi başarırken ikisine de içeride üstünlük kuramadık. 4 maça bakarak taraftarın yarardan çok zarar verdiğini ortaya koymak adil olmaz belki ama Fenerbahçeliler olarak sınırlarda dolaştığımızın farkında olmamız gerekiyor.

3 Aralık 2009 Perşembe

Görüntülü Analiz

Futbol otoritesi Massimo Musakka Hoca Avrupa'da yayınlanan futbol tartışma programı Maratone'ye Twente-Fenerbahçe maçının tartışmalı pozisyonlarını değerlendirdi. Programda iki pozisyon büyük yer aldı. İşte programdan satır başları...

"Avrupa'dan hakem çıkmaz arkadaş. Avrupa'da hakemliğin iflasının delili olan iki pozisyon var Twente maçından..."
Stoch - FC Twente
"Stoch, Gökhan Gönül'e yaptığı hareketi faul olarak değerlendiren hakeme "Fuck Off!" diye bağırarak çıkışıyor. Hakemin gözlerinin içine baka baka ecdadına söven bu adam maçı kart görmeden tamamlıyor. UEFA Türk Futbol Federasyonu'ndan feyzalıp şu ahlaksızlığa 4 maç ceza veremiyorsa tarafsızlığını kaybetmiş demektir."
Cristian Baroni
"İkincisi de Cristian'ın son dakikada ceza sahası içinde yerde kalmasına kayıtsız kalan hakeme tepkisi. Türkiye'den takip edebildiğim kadarıyla Türkiye'nin yıldızı Arda'ya yaptığı artistlik ilk falsosuydu zaten, burada da bir el hareketiyle yardımcı hakemi beyinsiz sınıfına sokuyor, şerefini ayakları altına alıyor."

"Bu olanları izlerken ekran başında bizim midemiz kalktı. Bunlarda da hiç gurur yokmuş a.k..."

29 Kasım 2009 Pazar

Üçüncü Çeyrek

Bogdan Tanjevic & Damir Mrsic
Sabahın köründe oynanan maçta Tofaş'ı deplasmanda 90-70 yenerek ligdeki kötü gidişe dur dedik. Başa baş geçen ilk yarının ardından 3'üncü periyottaki 33-15'lik sonuç galibiyeti getirdi. Maç esnasında Çetin Yılmaz da değindi, Fenerbahçe Karşıyaka karşısında da 26-6 ile müthiş bir 3'üncü çeyrek oynamıştı. Ancak o maçta bu fark bizi ancak maça ortak etmiş Karşıyaka'nın son periyotta direnç koymasıyla tekrar çözülmüştük. Benzer şekilde Zalgiris deplasmanında 22-14'lük üçüncü çeyrek takımı öne taşıdı. Bu sefer de başa baş girilen üçüncü çeyrekte açılan fark Tofaş'ı oyundan düşürdü ve rahat bir galibiyet geldi. Bu da bir yandan takım-teknik ekip bağlantısındaki hayat belirtisi, diğer taraftan oyun disiplini ve ciddiyetin ne kadar belirleyici olduğunun göstergesidir.

Geçmiş Olsun...

Colin Kazım Richards
Sahada işler zaten bir süredir ters gidiyordu. Sakatlar, cezalılar derken bir de Kazım geçirdiği trafik kazası sonrası hastanelik olmuş. Sağ el bileğindeki kırık nedeniyle de ameliyat edilmiş. İnşallah kısa zamanda iyileşir.

26 Kasım 2009 Perşembe

Litvanya'da Hayata Döndük

Damir Mrsic
Euroleague gruplarında ilk maçları tamamladık. Fenerbahçe Abdi İpekçi'de ağırladığı grubun iki favorisi Barcelona ve Siena'ya yenilmesine rağmen deplasmanda aldığı Asvel ve Zalgiris galibiyetleriyle toparladı ve alttaki gruptan kendisini kurtardı. Takım içinde oyuncuları bir araya getirmek için ne yapılıyor bilmiyorum ama üst üste alınan mağlubiyetler, yüksek sesle dile getirilmeye başlanan teknik kadro değişimi söylentileri üzerine Zalgiris karşısında maça kendisini beklediğimden daha fazla veren bir takım vardı sahada. Yeterli olmasa da istekli bir savunma ve daha da önemlisi hücumda alternatifler arayan bir takım görmek umutlu olmak için önemli.

Sene başında birkaç maç üst üste 3-5 asist ile maç tamamlayan takımın Solomon ayrıldıktan sonra Greer ve Mrsic'in önderliğinde 14 asist yapması sevindirici. Belki Solomon'un gidişinden sonra oyun kurucu pozisyonunda bir eksiklik var gibi gözükse de kısa rotasyonundaki şişkinliği almak takımı daha dengeli hale getirdi. Kinsey, Giricek, Solomon, Greer ve hatta Türkiye Ligi'nde yabancı kontenjanı nedeniyle daha uzun süreler alan Ömer Onan gibi kenarda oturtması güç olan oyuncular arasındaki dakika dağılımını hepsini memnun edecek şekilde yapmak neredeyse imkansızdı.

Diğer çözülemeyen husus da 4 numara eksikliği ve Mirsad'ın hala takıma katılmamış olması. Transfer yapılmayacağı açıklaması dışında herhangi bir detay verilmediği için bunun sebepleri hakkında ancak fikir yürütülebilir. Belki Enes'in dönmesini bekliyorlardı, belki de diğer uzunlarla idare edebileceğimizi düşündüler. Neticede Mirsad ikinci yarıdan itibaren takımdaki yerini alırsa bu dönemi hasarsız atlatmamız mümkün. Sezon başındaki oturması imkansız gibi gözüken kadro için bu geçiş dönemi biraz sert oluyor ancak kadrodaki uyumluluk emarelerini görmek herhangi bir transferden daha sevindirici. Nitekim mevcut kadroyla bir ritim yakalayabilirsek Mirsad'ın katılması takımı bozmaz fakat özellikle yabancı bir transfer yapmış olsaydık Mirsad'ın dönüşü yeni sorunlar doğurabilirdi.

Takım zamanla toparlanacaktır. Barcelona, Siena gibi elit takımlarla deplasmanda henüz mücadele edecek durumda değiliz belki ama bize daha yakın bütçeleri olan takımları kendi evlerinde yenebiliyoruz. Bu da değeri bilinmesi gereken bir özelliğimiz. Tabi dışarıda yendiğimiz rakipleri içeride çok daha rahat geçeriz demek isterdim ama bu takımın üzücü bir istatistiği var. O da takımın iç saha performansının deplasmandaki ile neredeyse aynı olması. Takımla ilgili hiçbir konuda olmadığım kadar umutsuz olduğum bir konu olsa da bunu değiştirecek olan da Fenerbahçe taraftarının "büyüklüğünü" icraata dökmesidir. İşte o zaman deplasmanda yendiklerimiz Türkiye'ye kültür turizmi kapsamında gelirler, elitler de belki yine bir iki kez sıçrarlar ama üçüncüde kabusları oluruz.

22 Kasım 2009 Pazar

Sahtekarlığa Tokat !

Türkiye Basketbol Federasyonu cezalı oyuncusu Cemal Nalga'yı cezalı olduğu maçta başka oyuncusunun formasını giydirerek oynatan Cafe Crown Galatasaray'ın ve olaya karışan isimlerin cezalarını açıkladı. Açıklanan kararla birlikte geçen hafta Galatasaray 74-Fenerbahçe 72 şeklinde sonuçlanan maçta çıkan olaylarla ilgili cezalar da belirlendi.

Suçu işleyen kulübün Galatasaray olmasının etkisinde kalarak ligden ihraç cezası veremeyen Basketbol Federasyonu açıkladığı kararla birlikte; olaylı geçen Galatasaray-Fenerbahçe maçını da Galatasaray'ın hükmen kaybettiğine karar vermiş oldu.

Verilen kararların Türk Basketbolu için hayırlı olmasını ve tüm sahtekarlara bir ders olmasını diliyorum.

Karar 1: 15.11.2009 tarihinde İstanbul’da oynanan GALATASARAY CAFE CROWN – FENERBAHÇE ÜLKER BEKO BASKETBOL LİGİ müsabakasının 2. periyodunun bitiminde Fenerbahçe Ülker tarafından, Galatasaray Cafe Crown sporcusu Cemal Nalga’nın cezalı olduğu halde oynatılması gerekçesi ile yapmış olduğu itiraz sebebiyle konu ile ilgili dosya Kurulumuza sevk edilmiş, Kurulumuzun 20.11.2009 tarih ve 12 sayılı kararı ile Galatasaray Cafe Crown Şube Sorumlusu Yiğit Şardan’a, Genel Menajeri Ali Türsan’a, Takım Menajeri Mert Uyguç’a, Teknik Danışmanı Koray Mincinozlu’ye, Antrenörü Okan Çevik’e, Yardımcı Antrenörü Cengiz Karadağ’a, Sporcuları Cemal Nalga’ya ve Tufan Ersöz’e idari tedbirli olarak müsabakalara katılmama cezası verilmiştir.

Karar 2: 15.11.2009 tarihinde İstanbul’da oynanan GALATASARAY CAFE CROWN - FENERBAHÇE ÜLKER BEKO BASKETBOL LİGİ müsabakasının normal süresinin bitimiyle birlikte Galatasaray Cafe Crown taraftarlarının sahaya yabancı maddeler (pet şişe, bozuk para, çakmak vb.) atmaları ve sahaya girerek rakip takım sporcularına fiili saldırıda bulunmaları ile bu esnada Fenerbahçe Ülker sporcusu Tarence Kinsey’in soyunma odasına giderken rakip takım seyircisine yönelik kaba davranışta bulunması, akabinde müsabakanın 30 dakika durdurulması ve anons yapılması nedenleriyle konu ile ilgili dosya Kurulumuza sevk edilmiştir.

20 Kasım 2009 Cuma

Fenerbahçe Ülser


Basketbol takımımız Efes ve Galatasaray maçlarının ardından kendi sahasında Karşıyaka'ya da yenilerek ligde üst üste 3'üncü yenilgisini aldı. Bugünlerde taraftar sitelerinde Tanjeviç'in istifası daha sık dillendiriliyor. Tanjeviç'in geliş tarzından dolayı ilk günden beri ona ısınamayanların yanında, takımdaki kötü gidişatı tersine çevirmek için bir koç değişikliğine ihtiyaç duyduğumuzu düşünenler çoğunlukta.

Takımın özellikle Karşıyaka maçındaki istatistikleri savunmada yaşanan zaafların altını çiziyor. Periyot başına 25 sayı yeniyorsa ve bu durum 3 periyotta tekrarlanıyorsa burada süreklilik arz eden bir savunma problemi vardır. Aynı oyuncuların istedikleri zaman rakibe pota göstermediğine, hatta aynı maç içerisinde 3'üncü periyotta rakibe sadece 6 sayı izni vermelerine de şahit olduğumuza göre durumu biraz da oyuncular açısından değerlendirmekte fayda var.

Tanjevic'in özellikle taraftarın tutumu nedeniyle takımın bir parçası değilmiş gibi görülmesi, hedef yıl gösterilen 2010 sezonuna kaybedilen şampiyonluğun da etkisiyle özgüven kaybıyla girilmesi ve şimdi de kadrodaki dengesizlik nedeniyle uzayan uyum sürecinin yenilgileri beraberinde getirmesinin hem takım içinde hem camiada bir umutsuzluk havası estirdiğini söylemekte bir sakınca yok. Bu havanın taraftarda oluşturduğu vurdumduymazlık maalesef boş tribünler nedeniyle takıma da sirayet etmiş durumda. Barcelona, Siena gibi Avrupa'nın en iddialı takımlarına karşı bile 1000 taraftarı arkasına alamayan oyuncuların camiadan bir elektrik almaları güç, böyle bir havada hangi hedefe ne kadar odaklanabilirler? Tribünde onu ateşleyecek veya ciddiyetsiz tavrını protesto edecek bir kitle olmayınca, kimseden destek görmeyen belki de yakın zamanda istifa edecek bir koçun tek başına oyuncular üzerinde nasıl bir etkisi olabilir ki?

Bu noktada alınacak kararların bu başıboşluğu bertaraf etmeye yönelik olmasına dikkat etmek gerekiyor.

Ortada iki seçenek var. Herşeyin kontrol altında olduğunu iddia etmek gibi Tanjeviç'in gidişini herşeyin ilacı olarak görmek de fazla iyimser bir yaklaşım olur. Yeni koçla başlayacak bir dönem, yeni transferler, giden oyuncular, ilk günden itibaren daha iyiye giden bazı özelliklerin yanında belki de bugün aklımıza bile gelmeyen yepyeni sorunların çıkışı ve eski koçtan kaynaklanmadığı anlaşılan bazı sorunların devamını getirir. Bunlar her teknik adam değişikliğinin beraberinde getirdiği sancılardır. Üstelik bu değişiklik sezon ortasında yapılıyorsa risk daha da büyüktür. Diğer taraftan herşeyin kontrol altında olmadığı da gün gibi ortada. Olduğu gibi bırakılırsa da belki de gerçekten her geçen gün kötüye giden, sadece derbilerde ve seyircili deplasmanlarda kendisini maça verebilen ama bir istikrar yakalayamayan bir takım halini de alabiliriz.

Dikkat edilmesi gereken takımın ve camianın nasıl bir araya getirileceğidir. Bir şekilde takımdaki sahiplenme ve güven duygusunu arttırmak gerekiyor. Bunun için de basketbolcularımızın etki ve yetki sahibi unsurlar olan teknik heyet, yönetim ve taraftardan, formasını giydikleri kulübün ciddiyeti hakkında işaretler almaları gerekiyor. Bu da taraftarın tribünleri doldurması, yönetimin basketbol şubesine "el atması" belki de basketbol şubesinin güven veren bir yapılanmaya gitmesini gerektirmektedir. Bugünkü tablo "Tanjeviç Gidici" düşüncesini takıma ve taraftara aşılıyor. Sezon sonu sözleşmesi bittiği için de taraftardan sonra takımda da vurdumduymazlık baş gösteriyor. Sadece Fenerbahçe için çalışması şartıyla Tanjeviç'in sözleşmesini uzatmak bile bu noktada yapılabilecek olumlu bir hamle olabilir. Bunu Tanjeviç'in kovulması için Fenerbahçe'nin kaybetmesini isteyen, en azından sezon sonunda gidişine kendisini hazırlayanlara anlatmak zor olabilir ama şube içerisinde belli bir plan ve program ortaya koyan bir güven ortamı oluşturulabilirse taraftar da takım da hizaya gelir. Bunun nasıl sağlanacağını kestirmek zor ancak Fenerbahçe yönetimi bu zor kararları almak için orada bulunuyor.

13 Kasım 2009 Cuma

Toprağın bol olsun Enke...

Robert Enke
2010 Dünya Kupası için Alman Milli Takımının as kalecisi olarak düşünülen eski futbolcumuz Robert Enke'nin intihar haberi bütün dünyada futbol gündemine damgasını vurdu.

2003 yılında Barcelona'dan Fenerbahçemize transferinin ardından ilk maçında Fenerbahçe tribünlerinin sabırsız yüzüyle karşılaşan Enke, şimdi daha iyi anladığımız o duygusal kimliğine o zaman da mağlup olarak kendisiyle dalga geçilmesine dayanamamış ve İspanya'nın yolunu tutmuştu. İspanya ve ardından da Almanya'da büyük bir çıkış yakalayan ve Kicker dergisi tarafından 2004 yılında Alman Ligindeki en iyi kaleci seçilen Enke'nin yaşadığı bunalımın ardından hayatına son vermesi aklıma Fenerbahçemizdeki tek maçında yaşadıklarını getirdi. Ne yazık ki o zaman da Fenerbahçe tribünleri çok acımasızdı...

32 yaşındaki Enke de, 10 Kasım 2009 günü hayatına son verirken kendisine karşı çok acımasızdı. Eylül 2006'da 2 yaşındaki kızını kaybeden ve ardından yaşadığı bunalıma yenik düşen Enke, kendisini bir trenin önüne atarak hayatına son vererek bütün futbol camiasını şoka soktu.

Enke bu hareketiyle bizlere futbolcuların da duyguları olan insanlar olduklarını acı bir şekilde bir defa daha hatırlattı. Toprağın bol olsun Enke...

12 Kasım 2009 Perşembe

Yine mi?

Bogdan Tanjevic
Bugün ufak detaylarla kaybettiğimizi düşünüyorum. Örneğin iki üç bin taraftar olsaydı zor zamanlarımızda bize destek verebilirlerdi. Enteresan bir şekilde böyle önemli bir rakibe karşı oynayacağımız maç fazla ilgi görmedi. Böyle kaliteli bir basketbolu izleyemeyenler için yazık oldu.

Bogdan Tanjevic


Avrupa'daki 3'üncü iç saha maçımızda da 1000 taraftar toplayamadık.

Evet, suçlu yine Tanjeviç...

8 Kasım 2009 Pazar

Az Kaldı...

Gereği düşünüldü,

Fenerbahçe Basketbol Takımı Çalıştırıcısı Bogdan Tanjeviç'in Milli Takım'ın başındayken Fenerbahçe yönetiminin teklifini kabul etmek, Aydın Örs'ten sonra göreve gelmek, şampiyonluk serisini devam ettiremeyip televizyon başındaki Fenerbahçelileri utandırmak, Efes Pilsen'e üst üste 6 kez kaybederek bizleri bir avuç Efesli'nin diline düşürmek, Fenerbahçe taraftarının büyük özveriyle oluşturduğu rakipleri ürperten bomboş salon atmosferine rağmen iki yıllık görev süresinde final 4 yapamamak, aksine rotasyon yapmak, Mrsic, Giricek, Kinsey, Solomon, Ömer beşlisini aynı anda sahaya sürmemek ve oyuncularına bağırmak suçlarından istifa etmesine karar verilmiştir.

En büyük görevi şampiyonluklardan sonra Bağdat caddesinde turlamak olan Büyük Fenerbahçe'nin ekranları başındaki milyonlarca Büyük Taraftarı gururla duyurur.

Tanjeviç gitsin, bu sefer söz geliyoruz...

30 Ekim 2009 Cuma

Haldun Zırvaladı

- Forma rengine göre verilen cezalarda farklılık oluşmaktadır.
Bundan şikayetçi olacak en son kulüp olarak bu dürüstlük timsali itirafın gözlerimi yaşarttığını belirtmeliyim.

- Yenilgiye kılıf aramıyoruz. Performansımız beklentilerimizden uzaktı bunu sorguluyoruz.
Ne yapmak istediğinizi bilmek için insanüstü yetenekler gerekmiyor. Maçta yenilmekle kalmayıp iki futbolcu kaybettiniz bu kayıpları telafi etmek için Fenerbahçe'nin olabildiğince fazla ceza almasına çalışıyorsunuz. Şimdiye kadar da oldukça başarılısınız.

- Bünyamin Gezer maçı iptal etmesi gerektiğini röportajında itiraf etti.
- Bünyamin Gezer kararları verirken 50 bin kişiden etkilendi mi?
- Maçın hakemi kendisine küfür edildiği zaman küfür sayılıyor da, futbolcularımıza küfür edildiği zaman küfür sayılmıyor mu?

Maçın iptal edilmesi için gerekli şartlar oluşsaydı Bünyamin Gezer maçı seve seve iptal ederdi. Bu şartlarda Bünyamin Gezer'in maçı iptal etmesi tamamen kişisel bir karar ve büyük bir hata olurdu. Maçın oynanmasına yönelik hiçbir organize eylemin olmaması bunun için yeterli bir sebeptir. Ayrıca Bünyamin Gezer, Türk futbol tarihine "sulu derbi" olarak geçmiş, maçın seyrini doğrudan etkileyen ve maç boyunca devam eden protesto gösterileri karşısında gösterilen tutumu bir ölçü kabul etmiş de olabilir, ki iki maçı aynı kefeye koymak bile büyük bir hatadır. Zira sulu derbi normal şartlar altında dünyanın hiçbir yerinde oynatılmaz. Neticede son maçı iptal etmek federasyonun geçmişte aldığı onlarca kararla çelişen bir tavır olurdu. Benzer sekilde 2006'da Denizli deplasmanında maçın 16 dakika uzatılmasına neden olan tribün müdahalelerine rağmen kimse maçı iptal etme cesareti gösterememiştir. Bu iki olayla karşılaştırıldığında son Galatasaray maçında yaşananları maçın iptalini gerektiren olaylar olarak kabul etmek başlı başına bir infial sebebi olurdu. Bünyamin Gezer bu infialden çekinmiş olabilir. Adaletsizliğe verilecek tepkiden çekinmeyenleri günümüzde Saddam, Bush, Miloseviç gibi isimlerle çağırıyoruz.

Küfür konusunda da, hakeme edilen küfürle Arda'ya edilen küfür arasında elbette bir fark yok. Yani Arda'ya edilen küfür de küfürden sayılıyor ve bu nedenle de Fenerbahçe kulübüne gerilimi yüksek maçlardan sonra belli miktarlarda para cezasi veriliyor. Mesela Gençlerbirliği maçında Galatasaray ile ilgili yapılan küfürlü tezahüratlar da benzer şekilde cezalandırılmıştır. Ayrıca hangi maç olursa olsun süreklilik arz etmeyen küfür nedeniyle hiçbir maç iptal edilmez. Ali Sami Yen Stadı'nda ilk dakikadan son dakikaya kadar Fenerbahçe'ye ve Aziz Yıldırım'a küfür edildiği maçlarda dahi verilemeyen bir kararın maçın yüzde 1'lik bölümünü bile doldurmaya yetmeyen anlık küfürlü tepkilerin ardından alınmasını beklemek aptallık olur. Bünyamin Gezer "Böyle bir adaletsizliğe imza atarsam 50 bin kisiyi infiale sürüklerim." düşüncesiyle olması gerektiği gibi bir karar alınca bunu hakemin kararlarını kalabalıktan etkilenerek verdiğine delil olarak göstermek adalet dağıtıcıdan adaletsizlik istemekten başka bir şey değildir. Bunu cesur hakemliğin şartı olarak göstermek ise büyük bir çelişkidir.


- Maç öncesi saldırı, bilinçli taciz, küfür, hakeme yapılan saldırı var ve Arda'ya 55 bin kişi toplu halde küfür ediyor. Neden bir Fenerbahçeli yönetici çıkıp engel olmuyor.
Buradan anlaşılan Haldun Üstünel ya bilinçli taciz ve küfür ne demek bilmiyor ya da Ali Sami Yen'de maç izlememiş.

- Fenerbahçeli yöneticiler maçta ortamın daha gergin olmasını tercih ediyorlar.
Kendinizi kontrol edebildiğiniz sürece gerginligin kimseye bir zararı olmaz.

- Tüm bunlara rağmen Bünyamin Gezer'in maçı oynatması inanılır gibi değil.
Tıpkı bu açıklamalar gibi.

- Bünyamin Gezer maçı oynatarak bir miladı kaçırdı. Bu maç iptal edilebilirdi.
Bu maçın iptal edilmesi başlı başına bir skandal olurdu. Türkiye'de kaçan milatları biz ibretle izlerken bugün bir kaşık suda fırtına koparanlar sevinmekle meşgul oluyorlardı.

- Cezalardan memnun olsak bugün bu toplantıyı yapmazdık.
Alışmış kudurmuştan beterdir. Memnun olsanız şaşardık.

- Galatasaray kaptanına kimse el kaldıramaz. Bunu yapanların da sahalarda olmaması gerekir.
Milletvekili dokunulmazlığının tartışıldığı yerde rakibine saygısı olmayan bir çakma kabadayıya gerekirse elden fazlası da kaldırılır. Arda Galatasaray kaptanı olmuşsa da o bizim suçumuz değil. Arda rakibine saygı duymayı öğrendikten sonra Galatasaray kaptanına kimse saygıda kusur etmez.

- Hakemlerin daha cesur olması gerekir; özellikle büyük maçlarda.
- Yediğimiz ofsayt goller var. Bunda da hakemlerin cesur karar vermesi gerekir.

Cesur hakemler Fenerbahce'nin 2'nci dakikada buldugu golü topun çıktığını görmedikleri halde iptal etmezler. Bunu istemek için fazla aceleci davranıyorsunuz. Zira yarin Ali Sami Yen'de hakemler rakibin ince ofsaytlarına tam olarak göremedikleri için bayrak kaldırmamaya baslarsa o zaman da "hakemler sadece bizim maçlarda cesur" demeye başlarsınız. Onun icin bu aciklamayi kapalı kapılar ardında düzeltmenizi tavsiye ederiz. Şöyle ki, "cesur kararin Galatasaray'a bir getirisi varsa olabildigince cesur olsun hakemler" gibi. Ya da bırakın Adnan Polat bu işleri sizden daha iyi bilir...

Bu arada yenilgiye kılıf aramak gibi bir niyetiniz de yoktu sanırım, bir de olsaydı ne olurdu kim bilir...


- Keita'ya ceza vereceğiz.
3 mac mi? :D

- Rövanş maçında Fenerbahçe'yi çok farklı bir şekilde karşılaşayacağız.
Ali Sami Yen'de cok farkli karsilama. Kulaga urkutucu geliyor. "Sampiyon alkislanmali mi?" tartismasi ortaya atilinca su israfindan Istanbul'un barajlari kurumustu. Bakalım bu sefer ne olacak...

28 Ekim 2009 Çarşamba

"Now is in the tabele, we have to see the situation"



Ve Terim'in milli takım teknik direktörlüğü bu hafta başında sona erdi. Dil kurslarından gelen öğretmenlik tekliflerini değerlendireceği öğrenildi :) "Ben ders almam, ders veririm."

"it doesn't matter for us, for me. big games easy than the other games, unfortunately. everytime is we have the control the games, under the control the games, during the games, we have the some possibility, some big chances, some big okazyon, something like that but, what can i do, sometimes. it is the football, that is the football. something happened everything is something happened. but anyway, now is in the tabele, we have to see the situation, now is second position, and, one point more, i don't want to see the back, i want to see the front and i hope so tomorrow my team's ..."

26 Ekim 2009 Pazartesi

Tribünden Fotoğraflar (FB 3-1 Galatasaray)

Bu Filmin Sonu Yok !


10 yılı devirdik ve bir Galatasaray derbisi daha "terbiye" ile sonuçlandı. Bu sene aramıza birbirinden gergin yeni talebeler katıldı. Tecrübelilerin ise geçen senelerden ders almadıkları görüldü. "Morartmaya geliyoruz" nidalarıyla yola çıkan Galatasaraylılar'ın büyük kaptanı Arda Alemdar'ın daha maç başlamadan asıp kesmeye başlaması maçın beklediğimizden kolay geçeceğinin habercisiydi. Yıllardır derbilerde sakin olmanın sonuç getirdiğini öğrenemeyen sarı kırmızılılar maça başlamadan sınıfta kaldılar. Maçın rahat geçeceğinin diğer habercisi de şüphesiz önceki dönemde derbi kazanma geleneğini Fenerbahçe'ye kazandıran en önemli isimlerden biri olan teknik direktörümüz Daum'un kadro tercihiydi. (Volkan, Gökhan-Lugano-Bilica-Carlos, Mehmet-Cristian-Emre-Vederson, Alex-Kazım) Hafta içinde Steaua karşısında denediği ve rakibi kendi sahasında deplasman takımı hüviyetine sokan dirençli orta saha anlayışına Alex'i ekleyerek çıkarttığı takımın ortaya koyduğu mücadele Galatasaraylılar'ı çaresiz bıraktı, özellikle de sisteminden taviz vermemekte direnen Rijkaard'ı.

Anahtar: Güçlü Orta Saha

Daum'un güçlü orta sahayla derbi kazanma geleneği Appiah-Aurelio-Deniz-Tuncay dörtlüsüyle son yılında yakaladığı seriye dayanıyor. Ali Sami Yen'de mahalle takımlarına sahayı dar eden uzay takımı Galatasaray'ın Fenerbahçemiz karşısında maymuna dönmesinin altında da bu yatıyordu. Mehmet-Cristian-Emre-Vederson dörtlüsünden başlayan pres Galatasaray'ın iki kişilik orta sahası ve Elano'yu sahadan silerken Keita ve Arda'yı çizgiye hapsetti. Gökhan ve Carlos'un katkılarıyla bunalan rakip kanat oyuncuları çareyi yerlerini değiştirmekte aradılar ama o da bir sonuç getirmedi. Galatasaray'ın tek umudu Fenerbahçeli futbolcuların yorulup oyundan düşmeleriydi ama o da olmayınca Kadıköy'de seri bozmak başka bahara kaldı.

Rakibin en etkili ayaklarını takım halinde müthiş bir yardımlaşma örneği göstererek kilitleyen Fenerbahçe'miz maçın ilk dakikasından itibaren Galatasaray kalesini yoklamaya başladı. Henüz ikinci dakikada Vederson'un top çizgiyi tamamen terketmeden çıkardığı topu Lugano ağlara gönderdi ancak yardımcı hakem özellikle bulunduğu pozisyondan gayet net bir şekilde gözüken nizami golü vermeye belki de henüz ikinci dakikada olduğu için cesaret edemedi. Yine de Fenerbahçemiz'in golü fazla gecikmedi. Alex, Vederson'un ortasında golü buldu ve takımını öne geçirdi. Fenerbahçemiz'in öne geçmesi aslında maçın gidişatına bakılırsa Galatasaray'ın isteyeceği en son şeydi. Bu dakikadan sonra Fenerbahçe presini daha temkinli bir şekilde sürdürdü. İleride Kazım savunmayla boğuşurken ve arkasından gelen Alex paslarıyla ani gelişen Fenerbahçe hücumlarını olgunlaştıran kişi oldu. Devre biterken, özellikle de Alex'in kaçırdığı gol ve Lugano'nun direkten dönen kafasının ardından yaşanan tek endişe geçtiğimiz haftalarda dakikalar ilerledikçe temposu düşen Fenerbahçe'nin bu kadar efor sarf ettikten sonra yorulup yorulmayacağıydı. Zira Fenerbahçe'nin bulduğu pozisyonların büyük çoğunluğu bu presin sonucunda kapılan toplarla gelmişti. Takımın yorulması hem savunmada hem hücumda aksaklıklara yol açabilirdi.

'Kader'lerine Boyun Eğdiler

Fenerbahçe ikinci yarıya da hızlı bir giriş yaptı. Önce Mehmet'in Servet'ten kaptığı topla girdiğimiz pozisyonda Kazım kontrolsüz güç gösterisi yaparak topu Mecidiyeköy'e göndermeye çalıştı. Ardından Alex kalecinin kısa düşen topuyla hareketlendi, penaltı yaptırdı ve kendi kullandığı penaltıyı gole çevirerek farkı ikiye çıkardı. Bu dakikaya kadar Fenerbahçe kalesini rahatsız dahi edemeyen Galatasaray 4 dakika sonra kornerden gelen topu karambolde gole çevirince maça tekrar heyecan geldi. Ancak bu heyecan Fenerbahçe'nin yorulmak bilmeyen futbolcularının da etkisiyle Galatasaray'ın beklentiler altında ezilen yıldızı Keita'yı akılsızca bir hareket yapmaya sevk etti. Roberto Carlos'un yaptığı bir faule haddinden fazla sinirlenen Keita, kendi 'Kader'ini kendi belirledi, attığı yumruğun neticesinde kırmızı kart görerek son dakikalarda yorulma ihtimali olan Fenerbahçe karşısında atılacak tek kurşunu da heba etmiş oldu.

Fenerbahçe'de son vuruşlarda etkili olamasa da rakip savunmayı çok rahatsız eden Kazım'ın yerine oyuna giren Güiza zayıflayan Galatasaray savunması arasından girdiği iki gol pozisyondan birini uzatma dakikalarında gole çevirerek Galatasaray'ın ipini çekti.

Fenerbahçemiz Kadıköy'deki galibiyet serisini 10 yıla taşırken bu süreçteki ilk 3 gollü galibiyetini alıp önemli bir eksiği tamamlamış oldu. :) Galatasaray cephesinde ise hayal kırıklığı ve hüzün hakimdi. Tarihlerinin en görkemli kadrolarından birini kurup, başına birkaç yıl önce Barcelona'yla Avrupa Şampiyonluğu yaşamış Frank Rijkaard'ı getirdikten sonra bir anda Kadıköy'ün yazılı olmayan kurallarını değiştirebileceğini sanan Galatasaraylılar kös kös evlerinin yolunu tuttular. Fenerbahçe'nin karşısına "biz kendi oyunumuzu oynarız, rakip umrumuzda değil" havalarında çıkan Rijkaard'ın ilk ciddi sınavında çuvallaması da kafaları karıştırıyor. Elindeki zengin kadroya rağmen saha içerisinde hiçbir alternatifi olmayan, Barcelona'dan başka hiçbir takımın oynayamadığı kafasındaki yegane sistemi üstelik Sabri, Mustafa Sarp, Gökhan Zan gibi futbolcularla inadına oynatmaya çalışan, 90 dakika sahada varlık gösteremeyen takımına müdahalesi sahadaki oyuncuları daha zinde olanlarıyla değiştirmekten öteye gitmeyen Hollandalı'nın Türkiye'deki çalışma hayatı fazla sürecek gibi gözükmüyor. Üstelik Galatasaray gibi Fenerbahçe'ye üstünlük kuramadığı için tek şansı Avrupa olan bir takımda bu inat daha pahalıya patlayabilir. Biz Avrupa'yı bildiğimiz için söylüyoruz, affetmezler. Rijkaard sisteminden taviz vermeden yoluna devam eder, ona tarihin en değerli kadrolarından birini teslim edenler de Rijkaard ismini gözlerinde büyütüp onu orada tutma basiretsizliğini gösterirlerse bu seri daha nice 10 yıllara taşınır, Türkiye'de Fenerbahçe'ye karşı 'diğer'leriyle alışılagelmiş ittifakını kurmaktan başka çaresi kalmayacak olan Galatasaray camiası, Avrupa'da da 10 yıl öncesinin masallarını DVD'den takip etmeye devam eder.

25 Ekim 2009 Pazar

Dua edin, fark atalım !


Son 9 senenin istatistiklerine göre Kadıköy'deki lig maçlarında farka gittiğimiz yıllarda hiç şampiyon olamamışız.

Tek farklı galibiyet sadece bir kez şampiyonluk getirmemiş, o da Lorant zamanında Galatasaray'ın 4 kırmızı kart görüp fark nedeniyle değil de çaresizlikten pes ettiği maç, yani bu maç başlı başına bir istisna.

Bunun dışında 9 yılda kazandığımız 4 şampiyonlukta hep tek farklı Galatasaray galibiyetleri var. 2000-01 (2-1), 2003-04 (2-1), 2004-05 (1-0), 2006-07 (2-1).

2002-03'te 6-0, 2005-06'da 4-0 ve 2007-08'de 2-0, 2008-09'de 4-1; bu farklı galibiyetlerin ortak özelliği de rahat geçen maç sonları ve sene sonunda hüsran. Sanki sene sonundaki sevinme hakkımızı bu maçların sonunda tüketmişiz.

Galatasaraylılar'ın mutlu son için ne yapmaları gerektiği zaten başlıkta yazıyor. :) Biz de işi abartmadan "Tek fark olsun bizim olsun" diyoruz...

22 Ekim 2009 Perşembe

Teslimiyet

Pete Mickeal & Gordan Giricek
Açılışı Barcelona hezimetiyle yaptık. Son çeyrek dışında maça ara ara bakabildim. Oyunun her alanında kötüydük. Hücumda pas alışverişlerini iyi yaptığımız zamanlarda da çok müsait atışları değerlendiremedik. Onun dışında zaten istatistikler büyük ölçüde fikir veriyor. (Fenerbahçe 59-82 Barcelona) Barcelona'nın ribaundlarda 41-25, iki sayılık atışlarda %70-%40 'lık üstünlüğü kağıt üzerindeki pota altı üstünlüğünün biraz da abartılı bir şekilde sayılara dökülmüş hali. %45'lik berbat serbest atış yüzdesi de kronik rahatsızlığımız.

Rasim Başak veya Preldzic'in 4 numarayı bu seviyede taşıması çok zor. Mirsad'ın sakatlığı bu eksikliği çok açık bir şekilde gözler önüne serdi. İşin ilginç tarafı kısa rotasyonunda 4 numaradaki kıtlığın tam aksine limitleri zorlayan bir zenginlik var. Öyle ki, 4 numarada adam eksikliğinden, kısalarda da zengin rotasyonda rollerin tam olarak oturmamasından takımda hepten bir dengesizlik hakim.

En üzücü olan da bu senenin Avrupa'da şampiyonluk adaylarından Barcelona ile karşılaşırken Abdi İpekçi'de kıpkırmızı koltuklara karşı oynamak. Yönetiminden, birilerine inat maça gitmeyenine kadar herkesin bunda payı var. Özellikle Avrupa Yakası için yeterince merkezi bir salonda takımın boş tribünlere oynamaması gerekiyor. Bunun çözümü için de Ataşehir'deki salonun yapımını beklemeye gerek yok, Abdi İpekçi saatler önce kapıların kapandığı maçları yine bu taraftarla gördü. Bunu çözmeye şimdiden başlamak gerekiyor. Bu sorun Abdi İpekçi'de çözülemiyorsa, yeni salonda çözüleceğinin de garantisi yoktur.

Avrupa'nın kalburüstü bir takımı haline gelmişken tribünlerin Efes tribünlerini andıran görüntüsü Barcelona yenilgisinden, 4 numara yokluğundan veya uyum probleminden daha önemli. Çünkü bu sorunun nasıl düzeltileceği tam olarak bilinmediği gibi, bu yönde herhangi bir adım da atılmıyor. Şunu açık bir şekilde görmek gerekir ki, takımın kırılganlığında, kendi sahasında ilk periyotta teslim olmasında, Euroleague'deki genel başarımıza oranla en kötü iç saha performansı olan takımlardan biri olmamızda en büyük etken budur. Sözün özü, Fenerbahçe'nin Abdi İpekçi'de yenilmesi büyük bir olay olmalı, rakip ister Euroleague şampiyonu olsun, ister NBA takımı.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Terim'den inciler: "Dünya Kupası'na gidememenin ceremesini istifa ederek çekiyorum."

Yok keyfini sürseydin!


Böyle bir rezaletin ardından böyle bir pişkinlik de ancak ondan beklenirdi. Ayda 260 bin TL, yani yılda 3 milyon 120 bin TL maaş aldığı yazılan sayın Terim, Dünya Kupası'na gidemememizin faturasını Türk Futbolundaki geri kalmışlığa kesti!

Grup karşılaşmalarını 30 puanlı grup lideri İspanya'nın 15 puan, 19 puanlı Bosna-Hersek'in 4 puan gerisinde 15 puanla 3'üncü sırada tamamlayan takımımızın teknik direktörü olarak Terim "4 sene boyunca istikrarlı bir Milli Takım yarattık." demekten hiç utanmadı.

"Bir gün başka bir yerde, başka koşullarda birlikte oluruz." sözleriyle amacının Futbol Federasyonu Başkanlığı olduğunu açık bir şekilde ortaya koyarken Türk futbolunun geleceğinin de nasıl bir tehlikeyle karşı karşıya olduğunu görmüş olduk.

Tek kelimeyle çirkef bir karaktere sahip böyle bir insanın vazgeçilmez olması Türk futbolunun ve Türkiye'nin ayıbıdır diye düşünüyorum. Bu milletin vekilleri hakkında "onlardan 550 tane var, ama Terim tek" diyecek kadar megalomanlaşabilen birinin ivedi olarak Türkiye'den uzaklaşarak yurt dışında bir süre daha eğitim alması gerektiğini düşünüyorum.

Taktik anlayıştaki kıtlıktan dolayı hemen her milli maçı gerginlik ortamına sokarak futbolcularını motive etmeye çalışan; kendi taraftarının tepkisinden korktuğundan hiçbir önemli maçı Şükrü Saracoğlu ve İnönü'de yaptırmayan ve bu sayede "İstifa" tezahuratlarının kısık kalmasını sağlayan Terim'in "Başka bir Milli Takım'ın başına da geçebilirim." sözlerinin gerçekleşmesi en büyük dileğim!

Bu yolda sonuna kadar arkandayız!

Terim'in Türk Futbolu'nun sorunlarıyla ilgili Basın Toplantısı: http://www.ntvmsnbc.com/id/25011984/

Türk futbolunun en büyük sorunu onun yönetimde olmasıdır!

16 Ekim 2009 Cuma

Papağan


Kupadaki Efes yenilgisinin ardından alınan her yenilgide olduğu gibi fatura yine Tanjeviç'e çıkmış. Sorun da dillerden düşmeyen rotasyon. Anlaşılan o ki, maçın son bölümünde kim oynamadıysa veya kim daha az dakika aldıysa onun üzerinden Tanjeviç'i suçlu ilan etmek yine her yenilgiden sonra başvurulan temel eleştiri noktası olacak. Efes maçının sorunu da Giricek ile Kinsey'in uzatmalarda unutulmasıymış. Maçı izleyemedim ama Giricek ve Kinsey'in maçın sonunda şans bulamamalarına her zaman mantıklı sebepler bulabilirim. Hiçbir mantıklı açıklamam olmasa dahi bu bir tercihtir. Oyuncu tercihi üzerinden bu kadar kesin eleştiride bulunmak en hafifinden insafsızlıktır. Takımın kısa oyuncu rotasyonu bu kadar zenginken her maçtan sonra tekrarlanan rotasyon eleştirilerine tahammül etmek büyük sabır gerektiriyor.

Aşağıdaki bu sezon 1-2-3 numaralı pozisyonlarda kullanılacak ve her biri kritik anlarda tercih edilebilecek 7 oyuncu bulunuyor. Böyle bir durumda eleştiriye rotasyonla başlayanın dikkate alınacak bir yorum yapması tesadüf olur. Rotasyon eleştiriliyorsa bu gruptan en az iki kişiyi yarın gönderelim. Ama eğer bu zenginlikten bir faydalanma niyetinde isek bunun ancak rotasyon ve zamanla olacağını anlamak gerekiyor.

Emir Preldzic
Gordan Giricek
Tarence Kinsey
Damir Mrsic
Ömer Onan
Will Solomon
Lynn Greer

Mirsad ve Rasim'in yokluğunda apaçık ortaya çıkan 4 numara sorunu, takımın oyun içindeki üretkenliği, kısa oyuncuların uyumu gibi belli bir mantık çerçevesinde ayrı ayrı tartışılabilecek onca konu varken papağan gibi rotasyondan bahis açmanın kabul edilebilir bir tarafı yok. Bütün bu tutarsızlığa rağmen bu tavrı sürdürenlerin de niyetinden şüphe ediyorum.

11 Ekim 2009 Pazar

"En istikrarlı dönem!"


2010 Dünya Kupası eleme gruplarında grup ikincisi Bosna-Hersek'in 4 puan gerisindeki milli takımımızın teknik direktörünün açıklamalarına kulak verelim:

"25’i özel, 30’u resmi 55 maç yaptık. 26 galibiyet, 16 beraberlik ve 13 yenilgi aldık. Bu dönem, tüm zamanlar içinde bir teknik adamın bir defada milli takımda en uzun görev aldığı dönemdir. En fazla maç kazanıp, en az yenildiği dönemdir, en istikrarlı dönemdir."

"Son iki maçın sonucunda tüm ümitlerimiz bitebilir. Ancak böyle olsa dahi Milli Takımın yakaladığı başarıyı gözardı etmemeli."


Bu açıklamaların ertesi gününde oynanan karşılaşmalarda Bosna-Hersek deplasmanda herşeyimiz Estonya!'yı 2-0 yenerken, "en istikrarlı dönem"ini yaşayan millilerimiz de Belçika'ya 2-0 mağlup oldular.

Grupta son maçlara girilirken milli takımımız grup ikincisi Bosna-Hersek'in 7 puan gerisinde. Biliyoruz ki; "Amansız, Rakibine Diz Çökmez. Amansız Asla Pes Etmez." 70 milyonun içinden çıkan yüzlerce futbolcuya karşın, biz futbolu amansızca oynamaya devam edelim; 4,5 milyon nüfuslu Bosna-Hersek "futbol oynasın".

Polonya ile Ukrayna'nın ortaklaşa düzenleyeceği 2012 Avrupa Şampiyonası yolundaki mücadelemize yine amansızca mı başlayacağız, yoksa artık futbol oynamaya mı çabalayacağız?

4 Ekim 2009 Pazar

Hesabını soracağız !



10'uncu haftadaki Galatasaray maçına 2 hafta kala ilk gördükleri sarı-lacivertlilere vereceklerini (3 puanı vermek) bilemedik!

İhanete uğradık, Şükrü Saracoğlu'nda hesabını soracağız.

3 Ekim 2009 Cumartesi

Olimpiakos 89-77 Fenerbahçe


Basketbolcularımızın hazırlık maçları devam ediyor. Bugün de sanırım Greer transferinin şartlarından biri olarak Olimpiakos'a konuk olduk. Eski takım arkadaşlarını ziyaret etme fırsatı bulan Greer'a takım arkadaşları ve eski koçu hediyeler vermişler.

Maçı izleyemediğimiz için fazla yorum yapmak mümkün değil. Ancak istatiktikler ilk yarıda açılan farkı ikinci yarıda ancak koruyabildiğimizi gösteriyor. Maç içinde fark 23 sayıya kadar çıkmış. Olimpiakos'un bütçesini de hesaba katınca arada bir güç farkı olduğu açık. Yine de Mirsad ve Kinsey gibi oyuncularımız kadroya dahil olduktan sonra çehremiz biraz daha değişecektir.

(27-22, 22-11, 21-23, 19-21)
Olympiakos: Papaloukas 6, Childress 18, Vouisitts 4, Wafer 8, Bourousis 8, Halperin 6, Kleiza 11, Vasilopoulos 4, Glyniadakis 2, Schortsanitis 6, Beverley 8, Teodosić 7
Fenerbahçe: Solomon 2, Omer Onan 4, Rasim 9, Semih 6, Giricek 9, Mrsic, Greer 12, Oguz 9, Omer 10, Serhat Çetin, Preldzic 16

29 Eylül 2009 Salı

Kupalı Bašlangıč


Fenerbahce Saraybosna'da duzenlenen Mirza Delibasic turnuvasini 3'te 3 yaparak kazandi. KK Bosna'yi 67-64, Panionios'u 79-67 ile gecen takimimiz son macinda Cibona Zagreb'i rahat bir oyunla 80-68 yenerek sezonu kupayla acti. Solomon da turnuvanin en degerli oyuncusu secildi.
Fenerbahce - Cibona 80:68
(16:13, 23:14, 17:17, 24:24)

Fenerbahce:
Solomon 14, Onan 5, Basak, Erden 8, Giriček 9, Greer 15, Mutaf, Savas 4, Asik 22, Cetin, Preldžić 3.

Cibona: Vrbanc, Princ, Rozić 10, Troha, Bogdanović 9, Gordon 14, Graves 12, Bagarić 2, Andrić 12, Radošević, Zubčić 9, Vukušić

Yorumsuz


Kerem Gönlüm:

"O dönemde biz sürekli kamptaydık. Verilenler, yenilenler, içilenler hepsi aynıydı. örneğin pilot uçağa gider ve kumanda odasına oturur. Benzin dolduruldu mu içerisi temizlendi mi ve benzeri ayrıntılarla uğraşmaz; çünkü ekibine güvenir."

"Cathine" maddesi insan vücudunda bulunmayan (yani vücut tarafından üretilmeyen) ve
analiz sırasında tespit edilmesi halinde dışarıdan alındığı kesin olan, "eksojen" bir maddedir. Kullanıldıktan 30 dakika sonra etki etmeye başlayan ve 80 dakika sonra maksimum etki göstermeye başlayan bu maddenin, kullanıldıktan 3 saat sonra vücuttaki değeri yarılanmakta, 24 saat sonra ise vücuttan tamamen atılmaktadır.

Türkiye Basketbol Federasyonu başvurumuz üzerine vermiş olduğu 26.09.2009 tarihli cevabında Kerem Gönlüm ile birlikte doping testine giren Mario Kasun'dan alınan numunede "cathine" yoğunluğunun yaklaşık 3 mg olduğunu bildirmiştir. (
5 mg/ml olan eşik değerin altında kaldığı için testin sonucu negatif olarak açıklanmıştır)

İnsan vücudu tarafından üretilmeyen, doping literatüründe ise adına sıkça rastlanılmayan cathine maddesine altı maçlık bir seride, doping kontrolü yapılan tek maçta ve rastgele seçilen iki Efes Pilsenli sporcudan alınan numunede de rastlanılmış olmasını, tesadüfle açıklayabilmek güç olmasının ötesinde imkansızdır.

Türkiye Basketbol Federasyonu Dopingle Mücadele Yönergesi Eki Cezai Yaptırımlar başlıklı talimatı;
  • Müsabaka sırasında, takımın birden fazla oyuncusu doping suçu işlediği tespit edilirse, o zaman takım diskalifiye edilir veya başka bir disiplin cezasına çarptırılır.
  • Eğer bir takımda birden fazla oyuncunun dopingle mücadele kurallarını ihlali söz konusuysa, o zaman takıma hedef testler yapılır.
Basın toplantısının tam metni

28 Eylül 2009 Pazartesi

2'de 2


Panionios - Fenerbahce 67:79
15:19, 14:27, 19:16, 19:17



Panionios: Rice 16, Rogers 21, Zoroski 11, Papanikolau 6, Charitopolous 2, Athinaiou, Kanonidis, Giankovits, Calacan 2, Elder 8, Katiakos, Paragios 1.
Fenerbahce Ulker: Solomon 11, Onan 13, Basak, Erden 7, Giriček 15, Greer 7, Mutaf, Savas 8, Asik, Cetin 2, Preldžić 16.

Açılış Saraybosna'da


Milli takımdan dönen oyuncular ve koç Tanjeviç'in katılımıyla sezonu Saraybosna'da açtık. 1979'da Avrupa Şampiyonu olan ve Tanjeviç'in başında bulunduğu Bosna Sarajevo'nun ve Yugoslav basketbolunun efsane isimlerinden Mirza Delibašić anısına düzenlenen turnuvada ilk gün rakibimiz ev sahibi takımdı.

Maçın istatistiklerinde takımımızdan 16 sayıyla yeni transferimiz Greer, 6 sayı 14 ribaundla Semih, 18 sayıyla Preldzic ön plana çıkmış. Bunlar dışında forma giymiş olması bile heyecan veren Giricek'ten umarım bu sezon daha fazla verim alabiliriz.

Mirsad sakatlığı nedeniyle takımda yok. Maçı izleyemediğim için bilemiyorum ama sanıyorum onun yokluğunda Rasim ve Preldzic dakikaları paylaşacak. Kısa oyuncularda Kinsey, Giricek ve Greer'in katılımıyla oluşan kadro derinliği 4 numarada maalesef yok. Bu bölge için Tanjeviç planlarını Enes üzerine yapıyordu muhtemelen ama o da çekip gitti. Tanjeviç'in kontenjan dışı yabancı oyuncuya pek sıcak bakmaması nedeniyle bu sezon böyle başlayacak diyebiliriz. Umarım Preldzic, Rasim ve belki de Semih 4 numarada Mirsad'ı yedekleyebilecek katkıyı verebilirler.


Bosna ASA BHT - Fenerbahçe 64:67
(16:14, 12:25, 24:15, 12:13)
BOSNA ASA BHT: Ivanović 18, Šehović 22, Jovanović 4, Češković 5, Vučurović 2, Zimić, Čamdžić, Buza, Bajić 11, Hajrić 2, Pašalić, Đurasović
FENERBAHCE: Solomon 4, Onan, Basak, Erden 6, Giriček 9, Greer 16, Mutaf, Savas 8, Asik 4, Cetin 2, Preldžić 18


Fotoğraflar: Dado Ruvić @ SportSport.ba

27 Eylül 2009 Pazar

Daha coşkulu günlere !


Bugün kulüpten yapılan yazılı bir açıklamayla tam 45 yıl aradan sonra, bir kez daha 7 maçta 7 galibiyetlik seriyle sezona başlamamız şerefine bilet fiyatlarında yeni bir düzenlemeye gidildiği duyuruldu.

Düzenlemeyle; stadımızda oynayacağımız UEFA Avrupa Ligi ve derbi karşılaşmaları dışındaki maçlarda kale arkası bilet fiyatları 55 TL'den 44 TL'ye indirildi.


Geride kalan haftalarda kısmen boş kalan kale arkası tribünlerinin ligdeki tansiyonun da yükseliyor olmasıyla birlikte artık daha dolu olacağını, önümüzdeki haftalarda daha coşkulu bir Saracoğlu'na tanık olacağımızı düşünüyorum.

Yönetimimizi alınan karardan dolayı tebrik ediyor, coşkuya ortak olacak tüm taraflarımıza iyi eğlenceler diliyorum.

19 Eylül 2009 Cumartesi

15 Eylül 2009 Salı

Avrupa'yı fethe hazırlanıyoruz !


Polonya'da oynanan 36'ncı Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda Litvanya, Bulgaristan ve ev sahibi Polonya ile birlikte yer aldığı D Grubundaki maçlarında 3'te 3 yaparak ikinci gruplara kalan ve buradaki ilk maçında da son Dünya Şampiyonu İspanya'yı 63-60'la geçen basketbolcularımızın son kurbanı Sırbistan oldu.

2001'de Türkiye'de gerçekleştirilen 32'nci Avrupa Basketbol Şampiyonası finalinde 78-69'la boyun eğdiğimiz Sırbistan'a bu defa geçit vermeyen Tanjevic'in liderliğindeki milli takımımızın çeyrek finallere grup lideri olarak kalmak için şimdi de hedefinde Slovenya var.

Hedef; Avrupa'yı fethetmek ve 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası için rakiplere korku salmak... Yolunuz açık olsun çocuklar...


13 Eylül 2009 Pazar

Manchester United'a Gözdağı


Rüştü Mirror Football'a Beşiktaş taraftarını anlatmış ve Manchester Unitedlı futbolcuların daha önce hiç yaşamadıkları bir atmosfere şahit olacaklarını iddia etmiş.

Görünen o ki, Beşiktaş'ın Şampiyonlar Ligi maçları futbolculardan çok taraftarların vitrin yaptıkları maçlar olmaya başladı. Camianın ve Rüştü'nün de beklentisi yeni bir desibel rekorunda yoğunlaşıyor. Bu maçta tribünlerin çok iyi mücadele edip yeni bir rekor kıracağından şüphemiz yok. Onlar cehennemi oluşturduktan sonra zaten Rüştü ve arkadaşları bu atmosferde şaşkına dönecek İngilizlerden 3 puanı rahatlıkla alacaklardır, yeter ki Manchester United'ın korner kullanmasına, topla ceza sahasına girmelerine ve bir de kaleyi tutacak şut atmalarına izin vermeyelim...

12 Eylül 2009 Cumartesi

Takım


Eurobasket 1999'da Tanjevic'in İtalya'sını izlerken ne kadar imrendiysem bugün Türk milli takımını izlerken de o kadar gurur duydum. İki takımın ortak özelliği oyuncular arasında uçurum olmaması ve hiçbir oyuncunun 40 dakika sahada kalmak zorunda kalmamasıydı. O turnuvada İtalya'nın da bulunduğu gruptan lider çıkan Türkiye az adamla oynadığı için yorgun düşmüş, gruplardan sonraki bütün maçlarını kaybederek 8'inci olmuştu. İtalya ise 12 oyuncusundan da faydalanarak turnuvayı şampiyon kapatmıştı.

Son Dünya Şampiyonu İspanya bugün 12 Dev Adam'a boyun eğdi. Turnuvadaki galibiyet serimizi 4 maça çıkardık. Bunun devamı gelir veya gelmez onu bilemem ama bugün izlediğim şeyin takım olduğuna eminim. Kerem Gönlüm'ün dopingi yüzünden Ersan'a biraz daha fazla yük binse de genel olarak kısa süreli formsuzluk ve sakatlıkları en az hasarla atlatabilecek, kişilere bağlı olmayan bir takım var ortada. Tanjeviç'in İtalya'nın başında yaşadığı bu gururu Türkiye'yle bize de yaşatması dileğiyle, milli takımımızın yolu açık olsun.

6 Eylül 2009 Pazar

Road to FIFA World Cup 2010, South Africa



5'inci grupta oynanan 7'ser mac sonrasi puan durumu su sekilde olustu.

Spain 21
Bosnia 15
Turkey 11
Belgium 7
Estonia 5
Armenia 1

Artik Ispanya bu isi bitirmis, grup lideri olarak Afrika'ya gidecek gorunuyor. Ikincilik icin ise gozler hafta icinde Zenica'da Bosna-Hersek'le Turkiye arasinda oynanacak maca cevrilmis durumda. Turkiye icin adeta bir olum-kalim maci haline gelen karsilasmayi Turkiye'nin kazanmasi durumunda son maclari heyecanla izlenecek bir grup olur 5'inci grup.

Iki kardes ulkenin mucadelesinden hayirli bir skor cikmasini diliyorum.

31 Ağustos 2009 Pazartesi

30 Ağustos 2009 Pazar

Abdul-Rauf Japonya'da

Fenerbahçeli Abdul-RaufMahmoud Abdul-Rauf 1998 Fenerbahçe Rüya Takımı'nın en flaş transferiydi. NBA'de 15 sayının üstünde ortalamayla oynayan, özellikle Denver formasını giydiği dönemde takımının yıldızı olan bir oyuncunun Türkiye'ye geliyor olması büyük bir olaydı. Fenerbahçe formasını çok kısa bir süre taşımış olmasına rağmen o takımla basketbolu seven jenerasyonun unutamayacağı bir oyuncuydu. Benim gözümde de Türkiye Ligi'ne gelmiş en kariyerli basketbolcudur.

Fenerbahçe'den olaylı bir şekilde ayrıldıktan sonra birkaç defa basketbolu bırakma kararı alsa da sırasıyla NBA'de Vancouver Grizzlies, Rusya'nın Ural Great, İtalya'nın Roseto, Yunanistan'ın Aris ve Suudi Arabistan'ın Al-İttihad takımlarında basketbol oynamaya devam etti. Son olarak Japonya'nın Kyoto Hannaryz takımında basketbol hayatını sürdürecek. Parkelerde yaşadığı şevk kırıcı onca olaya, ona hakettiği değeri vermeyen insanlara ve peşini hiç bırakmayan rahatsızlığı Tourette Sendromuna rağmen çocukluğunda sabahtan akşama kadar peşinden koştuğu basketbol topunu ve potaları terk edemedi.

Abdul-Rauf Amerikan Milli Marşı esnasında dua ederken


Chris JacksonChris Jackson adıyla geçen çok parlak bir NCAA kariyerinin ardından islamiyeti seçip Mahmoud Abdul-Rauf adını alması ve Amerikan Milli Marşı sırasında ayağa kalkmaması nedeniyle saha dışı olaylarla hatırlanan çalkantılı bir NBA dönemi geçirdi. Diğer taraftan kendisi 9 yıllık NBA kariyerinde sahada da kendisinden fazlasıyla söz ettirmiş bir basketbolcudur. NBA'in gelmiş geçmiş en yüksek yüzdeyle serbest atış kullanan ikinci oyuncusu olan Abdul-Rauf'un top sürerken nereye gideceğini tahmin etmek çok güçtür. Bu nedenle tek adımda kendine şut hazırlayabilir. Ayrıca çok iyi sıçradığı için boyu kısa olmasına rağmen çok rahat 2 numara oynar ve tutulması çok zordur. Hatta o kadar iyi sıçrar ki NBA'deki ilk yılında All-Star'da smaç yarışmasına katılmıştır. İlk turda elenmiş olsa da Abdi İpekçi'de ısınırken dahi smaç bastığını görmeyenler için ilginç bir durumdur.

Fenerbahçe taraftarı onu yıllar sonra Aralık 2006'da Aris formasıyla Abdi İpekçi'de tekrar görebilmiştir. Karşısında eski takımından sadece zamanında yumruklaştıkları söylenen İbrahim Kutluay vardı. Abdul-Rauf eski takımının potasına 6 sayı bıraktı, takımı da ilk maçta olduğu gibi İstanbul'da da galibiyete ulaşan taraf oldu. 37 yaşına gelmiş olmasına rağmen takımının Jeremiah Massey'den sonra en etkili oyuncusuydu. Her iki Fenerbahçe maçında da aldığı kısa sürelerde maçın seyrini değiştiren sayılara imza atmıştır. İlerleyen yaşı nedeniyle artık vites düşürüyor ama Japonya'da da basketbolseverleri kendine hayran bırakacağından şüphem yok.

Blog Widget by LinkWithin